Bir profilde sıkça tekrarlanan bir isyana tanık oldum; bir kadın birinin geri dönmesini ister gibi özlem dolu cümleler sıralıyordu.
Yazdıklarından sürekli mağduriyet içinde olduğunu vurguluyordu; zannedersiniz ki orada oğlunu istemeden askere yollamış, dönüşünü bekleyen bir anne var hatta yazdıklarından çocuğu kaçırılmış ve ona gösterilmeyen bir anne olduğunu bile düşünebilirdiniz.
Konuştuk; beyin kanaması sonucu küçük kardeşini kaybetmiş biriydi bu kişi.
Buraya kadar tuhaf bir şey yok; elbette beklenmeyen kayıplar insanı sarsar. Tuhaf olan bu kişinin onu geri getirmeye gücü varmış gibi davranmasıydı; yazdıklarında böyle bir dramatik kurgu vardı.
Ona “bu yazdıklarınla onu geri getirebilecek misin? Yaptığın sadece kendine psikolojik işkence yapmak… Ha, yapabileceğin bir şey var, tek bir şey; bu konuyu kabullenmek yoksa hasta olursun,” dedim.
“Ama hikayemi bilmiyorsunuz,” dedi. Böyle anlarda insanlar anlatıp acılarını hafifletmek ister ancak bu boşuna bir çabadır çünkü hikayeler üç aşağı beş yukarı aynıdır sadece aktörleri farklıdır ve en önemlisi, hikaye ne olursa olsun sonuç yine değişmeyecektir. Yine de bu anlamsız, sonu bir yere çıkmayan yola saparlar.
Bunları da söyledim ona; anladı mı anlamadı mı, bilemiyorum ama birinin bir kez olsun ona bu durumu fark ettirmesi gerekiyordu.
Onu tanımıyordum ki zaten duyarlı biri olarak tanıyor olmam da gerekmiyordu; ben sadece onun acısını hisseden ve karşısına çıkan biriydim.
Karşımızda olan bitenin farkında ve idrakinde olmayan biri olduğunda, ona -en azından bir kez- gerçeği söylemekle, bir kez olsun kulağına su kaçırmakla yükümlüyüz.
Ha, söylenenleri alır, almaz, yapar yapmaz, o onun kararıdır, ona karışamayız elbette ancak görememiş olabilir; yabancı bile olsa birine, önünde hızla sürüklenmekte olduğu bir uçurum olduğunu söylemek, bu konuda onu uyarmak gerekir; bu boynumuzun borcu ve en temel insanlık görevidir…