Atalet: devinimsizlik, tembellik, çalışmadan oturma, gevşeklik, uyuşukluk.
Benim için atalet: bir kaygı, ağzımda ekşimtırak bir tat, kalbimde bir çarpıntı, zihnimde bir puslu hava, bekledikçe bekleme, erteledikçe erteleme. Yapış yapış bir huzursuzluk. Değişik bir eylemsizlik hali. O ertelemenin yarattığı ağır bulutlu hava ve bir yoğun bekleyen işler kokusu.
Newton’un birinci yasası, “eğer bir cismin üzerine etki eden net/toplam kuvvet sıfır ise, durmakta olan bir cisim durmayı, hareket etmekte olan bir cisim ise aynı yönde ve hızda hareket etmeyi sürdürür.” der. Fizikte bu, “eylemsizlik” olarak tanımlanır. Peki ruhun eylemsizliği nedir? Basit bir fren-gaz ilişkisine benzetebilir miyiz? İlkokulda öğrenip her arabada deneyimlediğimiz frenle öne savrulup gazla geriye gitmek bir süre sonra durmak ve akışa bırakmak arasında ne fark var. Hayatımızı ve ruhumuzu ele geçiren bir erteleme sendromu diyebilir miyiz? Kimi zaman da kendini göstermeyen depresyonun ortaya çıkma hali. Keyifsizlik ve uyuşukluk mu? İnsanoğlunun sonunu ataletin getireceğine dair inançlara ne demeli? İnsanoğlunun ona son vermesi gerekmiyor muydu, bu işte bir terslik yok muydu?
Farkına varmadığımız ertelemelerimiz, zihnimizin arkasında sinsi bir mikroorganizma şeklinde yayılır durur, zaman denen atlı da son hız gelir arkadan… Dağ gibi biriken evraklar, asılması veya katlanması gereken çamaşırlar, okunmayı bekleyen kitaplar, her pazartesi gidilmeye söz verilen spor salonları, hep aklınızda olan bir gün mutlaka arayacağınız arkadaşınız, koltuğun kenarında duran bardak, toplanması gereken oyuncaklar, hep başlayacağınız gıda takviyesi, hep içeceğiniz sular… Kocaman bir kara delik, midesine ne gönderirsen doymayacak bir canavar.
Biriken işlerimiz var ve o güzel koltuğumuza dinlenmek için ve/veya işlerimizi yapmak için oturduk. O sırada kocaman bir ayna tutalım mı karşı duvara? Gördüğümüz manzara elimizdeki telefonda sosyal medyalarımızda kısa akış videolarında gidip gelen tenis hakemi misali gözlerimiz mi? Sohbet gruplarına yetiştirmeye çalıştığımız cevapları toparlamaya çalışan ellerimiz mi? Merak ettiğimiz hayatların magazinsel veya siyasal sonuçları mı?
İsteksizlik mi, gerçek yorgunluk mu?
Kayıtsızlık mı, tükenmişlik mi?
Bilmekten mi bilmemekten mi düşüncesizlikten mi umursamazlıktan mı?
Zehir mi yoksa? Damla damla wi-fi kablolarından akan, her nefeste bizi biraz daha karanlığa sürükleyen, ya da alkol mü ayık kafayla sarhoş gezdiren?
Evet, hoş geldin sevgili Oblomov. En derinde gömülü olan tembeli suçüstü yakaladık. Ne kadar da masum ama bir o kadar da kaygılı bir ruhsun sen de.
Peki ne yapmalı? Hatırlayalım ki neyi beslersek o alanda açıyor çiçeklerimiz. Ruhumuzun topraklarına hangi çiçekleri ektiğimize dikkat edip o çiçekleri sulayıp diğer otları bir güzel temizleyip kalbimizi ve alanımızı yeniye açabiliriz. Yapmaya niyet ettiğimiz işleri maddeler halinde her sabah yazıp gün içinde yaptıkça üzerlerini çizerek kendimizi tebrik edebiliriz. Günün belirli saatlerinde sosyal medyadan uzak durarak dopaminsizliğin tadını çıkarıp listemizi kontrol edebiliriz. Kendimize sessizlik alanı açıp kısacık meditasyonlarla zihnimizi boşaltıp bizi atalete sürükleyen sebeplerle yüzleşebiliriz.
Evinizin bir köşesinde dolu bir çekmece var mı? İşte o çekmece çok önemli, her bir karışık çekmeceyi boşaltıp tekrar yerleştirip gereksizleri attığımız zaman yaşam alanımızla birlikte enerji bedenimizin ve zihnimizi de rahatlatacak ve belki de hayatımızdan gereksiz insanlar dahil pek çok bulanıklıktan da kurtulacağız. Nasıl ya çekmece mi? Boşaltıp temizleyince benim hayatıma mı etki edecek diye düşünenleri hemen evindeki ve işyerlerindeki karışık çekmeceyi boşaltmaya ve sonraki iç huzuru dinlemeye davet ediyorum.
Gerçek sessizlikte elimizde içeceğimizle boşluğa gülümseyerek başardım dediğimiz ve kendi kendimizi takdir ettiğimiz güne şimdiden selam olsun.