Bana Seni Gerek Seni

Mayıs ayının güzel bir sabahıydı. Kuş sesleri dolmuştu odama, onları dinliyordum.

Ne güzel her sabahtı, bedava senfonik melodiler dinliyordum.

 

Bana Seni Gerek Seni

Mayıs, en sevdiğim aylardandır.
Bahçeler gül kokusu ve rengarenk güller ile doludur.

Hele Isparta ve çevresinde, gül zamanıdır. Mayıs sonuna doğru güller hasat edilmeye başlanır.

Şimdi orada olmak ne iyi olurdu, her yer ne güzeldir diye içimden geçirirken telefonun sesiyle kendime geldim.

Arayan dostum Banu.

Aynı hastanede çalışıyoruz onunla. Şen, şakrak, içindeki çocuğun neşesini kaybetmeyen güzel insanlardandır. Gülen yüzü her daim huzur verir bana.

Hattın öbür ucundan bile gülümsediğini ses tonundan hissedersiniz onunla konuşurken.

“Merhaba Gülay’cığım, nasılsın?

”Çok şükür huzurluyum Banu Can, sen nasılsın” dedikten sonra pat diye Isparta’ya güller diyarına gidelim mi? Diye soruverdi.

Bu kadar mı çabuk düşündüğüm, arzu ettiğim olur diye şaşırmadım değil hani.

Her seferinde şaşırmayacağım diyorum ama yine de şaşırıyorum.

İşte bu Evrenin telepatik iletişimiydi. Kalbinden geçirdiğin, saf niyetin, endişesiz huzur içinde isteyince aynı anda titreştiği başka bir insanın ruhunda hissedilir. Ve size geri döner düşünceleriniz.

Aynı duada buluşmak da buna benzer. Her duamız ve niyetimiz duyuluyor evrende.

Yani yazdığımız her mektup alıcısına ulaşıyor. Sadece bazılarının oluşması için zaman, gayret, sabır gerekiyor. İnsan oğlu ve kızı sabır gösteremiyor çoğu zaman.

Bana Seni Gerek Seni

Hemen olsun diye niyetine telaş enerjisi sokuyor. Bir tohumu düşünün, toprağa ektiğiniz zaman onu suluyor, güneş ile beslenmesi için vakit veriyorsunuz.

Ve tabii ki sevgi ile bu emeği yapıyorsunuz. Zamanı geldiğinde tohum çatlıyor ve büyüyor, meyvelerini vermeye başlıyor.

Tıpkı niyetlerimizde bu şekilde birer tohumdur. O niyetimizi de sulayıp aşkla ve sonra her neyse yapmamız gereken eyleme geçip emek vermek ve sonra zamana, sabrederek bırakmak gerekir.

Bazen hiçbir şey yapmadan da gerçekleşen niyetlerimizde var oluyor çok şükür.

İşte bu güller diyarı da böyle aniden geliveren isteklerdendir.

O an her şey zaten hazırdır ve sizin hızlıca karar verip eyleme geçmeniz gerekir.

Ben de seçimimi gitmekten yana yaptım. Banu, eşi Gürdal ve kızı Deniz beni aldılar ve yola çıktık.

Antalya geride kalmıştı bile çoktan. Isparta yoluna girmeye başladığımızda, her iki tarafımızı yeşil ağaçlar, rengarenk çiçekler sarmıştı.

Doğanın bu uyanışını izlemek inanılmaz huzur veriyor bana. İlkbaharda doğa uyanır ve tüm hücrelerimde sanki ben de onlarla canlanır hissederim.

Dalmıştım öyle iç alemime. Deniz canımın sesiyle kendime geldim.

”Gülay Teyze su içer misin’ diyordu gülümseyerek.
”Hayır canım teşekkür ”ederim.

Bana Seni Gerek Seni

Deniz, Banu’nun küçük kızıydı O da huzurlu ruhu ile bana dinginlik verir. Yaşına göre olgun bir ruha sahip gibi gelir bana hep. Akıllı ve sevgi dolu bir çocuk. Cana yakındır. Uzun siyah saçları, zeytin karası gözleriyle uyum içindedir. Her baktığımda o güzel ruhunu görürüm gözlerinin derinliğinde…

Biz mesut, mutlu Can ailesi olarak akşam 20:30 civarı vardık gül kokulu şehre.

Bu arada soy isimleri CAN.

Ondan can demek istediğim de “can can” diyorum onlara.

Ramazan ayı olduğu için, iftara yakın bir saatte yerini ayırttığımız Kadir Kebap restoranında her yer kalabalıktı.ve biz biraz geç kalmıştık. Yerimiz başkasına verilmiş. Az biraz bozulduk.

Tavırlar kaba sabaydı sanki ya da ben yol yorgunluğu olduğumdan mı? Ne kabalığı

Tolere edemeyip azıcık kibarca, kabalıklarına karşılık verdim!

Ama bazen öyle olması lazım; hadsizliği, haddini aştıklarını bildirmezsek karşımızdakilere, onlarda hadsizliği had zannedip aynı davranışlarla başkalarına da davranabilirler. Bu hepimiz için geçerli.

Burada Sadi Şirazi’nin sözünü yazmadan geçmeyeyim.

” Hadsizliği bildirmezsen, hadsizliği had bilir insan”

Bunu yaparken kalp kırmadan, nezaketle dile getirmeyi seviyorum.

Ve ben de öyle yaptım. Nazikçe isteğimi dillendirdim.

Sonrasında çalışanlar ve sahibi bizi gayet iyi ağırladı sağ olsunlar.

Isparta’ya yolunuz düşerse eğer, gidip burada yemek yiyebilirsiniz. Kebaplar gayet güzeldi.

Kalacağımız yeri ayarladıktan sonra, biraz dolaştık ve sabah erkenden kalkmak üzere sözleşip odalarımıza çekildik.

Sabah farklı bir yerde uyanmak iyi geliyor insana. Zihnim şaşırıyor, neredeyim oluyorum.

Güllerin hasat edildiği, bölgeler var Isparta civarında oralara doğru yoldayız yine.

Şehirden uzaklaşıp da köy yoluna girmeye başladığımızda, her yer gül kokusu ile çekiyordu bizi de içine.

Renkleri muhteşem. Hepsi açık pembe, kıvrım, kıvrım açıyordu. Çok erken saatte güneş çıkmadan toplanması gerekiyormuş. Biz yola biraz geç çıktığımızdan, köy halkı tarlalardan dönüyorlardı. İnanılmaz güzeldi her yer.

Gül müzesi, gül fabrikası ve bahçelerini aşkla gezdik.

Gül yağı çıkarılmasının ne zahmetli bir iş olduğunu dinledik çalışanlardan.

Güllerin içinde, gül olduk.

Mest olduk, bülbül gibi şakıdık gülerek.

Sonra başka bir köye geldik, tarlaların içinde resimler çektirelim diye mola vermiştik.

Tam o sırada

”Bizim otobüs gitmiş, ben burada kaldım“diye bağıran bir kadın, telaş içinde bize doğru geliyordu. Bulunduğumuz bu bahçe, Güney kent güller köyünün dışındaydı ve bizden başka kimse yoktu. Orada o anda.

İsminin Nadire olduğunu öğrendiğimiz bu hanım, Aydın’dan tur otobüsü ile gelmiş. Biraz gergin ve huzursuz bir haldeydi haklı olarak.

Tur rehberi ve yakın arkadaşı onun yokluğunu nasıl fark edip geri dönmezler diye söylenip duruyordu. Telefonu arabada kalmış.

Bizim telefondan arıyoruz, onun telefonunu arıyoruz ama açan yok.

Akıllı telefon olunca, aklımızda kimsenin numarası da yok.

Nadire Hanım daha çok üzüldü bu duruma.

Neyse dedik hadi gelin bizim arabaya ve Güneykent’e güllerin köyüne gidelim. Belki sizinkiler orada olur dedik ve yola koyulduk.

Güney Kent Köyünde Yunus Emre Türbesi de varmış. Onu da gezmek istedik biz ve Nadire Hanım da eşlik edecekti bize.

O hala söyleniyordu. ”Turla gitmekten hiç hoşlanmadığım halde, arkadaşımın ısrarı ile geldim. Hep öyle oluyor. Önceki gezilerimde de böyle unutuldum. Turla gitmeyeceğim deyip, yine gidiyorum” diyordu.

Bu düşüncesinin, inanca çevrildiğini ve gerçekleştiğini, kehanete dönüştüğünü

Onaylıyordu bence.

Çünkü bazen bir kere olan olay, bilinçaltına kaydediliyor olumsuz olarak ve bizde

Tekrarlayarak o olayı, negatif anlata anlata hep böyle olacak, bir daha tura falan katılmam deyip deyip bu sözümüzü unutuyor ve tekrar yine tura katılıyoruz ve bu inancımızın gerçekleşmesine katkıda bulunuyoruz.

İzafiyet Teorisinde Einstein’ın “Hiçbir söz ve düşünce Evrenden kaybolmuyor, gezip dolaşıp tüm dünyayı, size geri geliyor bu atılan sözler” Bu da ne güzel bir örnek değil mi sizce de?

Kelamın ve düşüncenin enerjisi çok güçlü. Hiçbir şey kaybolmuyor evrende ve bizim küçük kendi evrenimizde.

Sürekli tekrarlanınca bu geçmiş düşünceler, sözler, inanç oluyor ve o da bir gerçekleşiyor.

Farkındalık içinde olmadığım geçmiş yıllarda bu benim başıma da çok gelmişti.

Bu bir şeyi kırk kez tekrarlarsan olur diyen eski bir atasözünün de doğruluğunu kanıtlıyor bize değil mi?

Nadire Hanım konuşurken, benim içimden de bu düşünceler geçiyordu.

Ne garip şu zihnimiz hem karşımızdakini dinliyor hem de içimizden kendi kendimize konuşuyoruz.

Etkili dinlemeyi başarmak gerçekten iyi bir zihin sakinliği gerektiriyor. Bu da emek istiyor. Nasıl evimizin odacıklarını temizliyorsak, aslında zihnimizin de odacıklarını temizlememiz gerekiyor. Bunun da bir sürü yolları var. Kendimizi de ilmik ilmik işleyip emek vermek, yüzleşmek diyorum ben bunun adına.

Neyse ilerleyen dakikalarda konuyu değiştirip sohbete başladık.

O vakit Nadire Hanım bizi incelemeye ve dinlemeye başlamıştı, daha sakindi.

”Bana ne iyi geldiniz, iyi ki sizlere denk geldim. Ne kadar pozitif bir ekipsiniz” derken hepimize ayrı ayrı bakıp gülümsüyordu. Epey zaman geçmişti ve kadının arabada olmadığını hala fark eden olmamıştı. Bu sefer hala telefonu açılmayınca, biz de Facebook ve Instagram üzerinden mesaj attık. Numaramızı yazıp, Nadire hanımın bizimle olduğunu ilettik.

Ancak kırk dakika sonra cevap geldi ve yola çıktıklarını öğrendiğimizde, Nadire Hanım derin bir nefes aldı. Rahatladı.

Tur otobüsü geldiğinde, birbirimize telefon numaralarımızı veriyorduk.

Herkes gülümsüyordu. Hoşça kal deyip Nadire hanımı otobüse teslim ettik.

Biz yolumuza Yunus Emre Türbesine doğru devam edecektik.

Yeşili bol olan ağaçların arasından ilerleyip, güllerle çevrili türbesinin yanına geldiğimizde ben tüm bedenimin, titreştiğini ve bir huzur enerjisinin yayıldığını hissediyordum.

Bana Seni Gerek Seni

Banu’lar dan yavaşça ayrılıp türbenin yan tarafında olan ağaçlık alana doğru yöneldim.

İnanılmaz güzel ağaç yapraklarının hışırtısını duyuyordum.

Rüzgar hafifçe tenimi okşuyordu ve Yunus’un sanki sesini işitiyordum.

Hissediyordum onu. Aklıma Yunus Emre’nin dizeleri geldi o anda ve okumaya başladım.

Aşkın aldı benden beni

Bana seni gerek seni

Ben yanarım dünü günü

Bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim

Ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum

Bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar oldurur

Aşk denizine daldırır

Tecelli ile doldurur

Bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem

Mecnun olup dağa düşem

Sensin dünü gün endişem

Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek

Ahilere ahret gerek

Mecnunlara Leyla gerek

Bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler

Külüm göğe savuralar

Toprağım anda çağıra

Bana seni gerek seni

Cennet cennet dedikleri

Birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene Ver anları

Bana seni gerek seni

Yunus’dürür benim adım

Gün geçtikçe artar odum

İki cihanda maksudum

Bana seni gerek seni.”

Sanki Yunus Can’ın sesinden dinliyordum.

O kadar kendimden geçmiştim.

Mest olmuştum, yürüdükçe onunla doluyordum. Ne vakit ola farkında bile değildim.

Huşu içindeydim. O vakit Banu ve eşinin seslendiğini duydum.

”Gidelim mi can?

”Gidelim canlar ben sarhoş oldum sanki” dedim sessizce. Ve onlarda inanılmaz huzur içindeydiler. Yüzlerinden okunuyordu bu sevi.

Hepimiz güllerden mest olmuş halde Antalya yolunu tuttuk. Güllerin enerjisi, frekansı çok yüksektir. Ondan gül sarhoşluğu içindeydik

Bir ara hatta Gürdal Can uykuya daldı gibi oldu. Direksiyon hakimiyetini bir an kaybetti. Yüreğimiz ağzımıza gelse de çok şükür tam zamanında topladı Gürdal direksiyonu.

Antalya’ya vardığımızda akşam olmak üzereydi. Vedalaşıp ayrıldık.

Ve ertesi gün hastaneye mesaiye başladığımda, bu rahatlık enerjisi üzerimdeydi.

Huzur yayılıyordu benden hastalarıma.

Bir hafta bu şevk ile dolu dolu çalışmak da çok güzel bir haldi.

İşte böyle sevgili okurlarım.

Hepinize gül kokulu günler diliyorum.

Sevgiyle, Aşk ile kalınız.

Gülay Canınız.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Subscribe
Bildir
guest

6 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Canan
Canan
24 Mayıs 2021 06:43

Gülay can,ne iyi yapmışsınız.Harika bir gün,harika bir anı..Dahası harika bu yazıdan sonra,Isparta niyetine girdim.
Sabahın saat 6.30’unda gül kokusunu anımsadım.Şimdi orda ben de olsaydım diye canlandı birden.Yazının teşvik edici tarafı da var yani.Orada olmayı düşleyerek işe gidiyorum.
Kimbilir belki bir gün.Oraya gidip,hem orayı,hem Gül ayını yaşarım,istiyorum .
O zaman ne olur,Gül demek Gülay can olur.Sevgiyle inşaallah

Döne Keseci oğlu
Döne Keseci oğlu
24 Mayıs 2021 00:15

Huzurlu bir anlatım olmuş kendimi orada hissettim

Nurcan.y.V.
Nurcan.y.V.
24 Mayıs 2021 00:00

Gulaycigim harika bir yazı olmuş, yüreğine ve kalemine sağlık,sevgiler

6
0
Would love your thoughts, please comment.x