Bir gürültünün içinde yaşıyoruz herkes ve her şey konuşuyor. Sosyal medya, TV kanalları, telefonlar… Genelde yakınan sesler duyuyoruz. Ya da olması gerekenleri sıralayan sesler… Mecburiyetleri… Belirli bir kalıbın içinde sıralanıp gelenleri…
Güne gözümüzü açarken kendimize dair oluşturduğumuz bir kanaatimiz var. O güne başlarken o güne kadar getirdiğimiz kalıp ve kodlar doğrultusunda ben olmaya devam ederek uyanıyoruz.
Farklı şeyler duymaya kendimize bir yabancıya bakıyormuş gibi dışarıdan bakmaya hazır mıyız mesela?
Karşımıza çıkan bizimle iletişim kuran her şey hayat yolculuğunda çeşitli evrelerden geçmemizi bazen farklı bir boyuta adım atmamızı ya da olduğumuz yerde kalıp kendimize tekrar bakmamıza sebep oluyor. Bazen insanlar, bazen bulut, hava, rüzgar… Bazen ağaç bazen bir taş duymak için yeterince kalbimizi açarsak bizim baktığımız dünyanın renklerini var ediyor, anlam kazandırıyor
İnsan en çok sanırım kalbiyle duyuyor. Duyduklarını yargıladığın da ise kulbu olmayan bir kapının önünde durup kalıyor.
Sanki flu ve gri bir fotoğraf karesinin içinde yaşamışım yıllarca. Kalbimden duymaya niyet edince o gri kareden uyanıp başka bir dünyaya uyanıyorum.
Boyut kapısı dediğimiz tam da böyle bir şey değil mi? Kalbinle duyup dinlediğim anlamasam da yargılamadığım ama illa ki sevdiğim her şey beni farklı bir dünyaya farklı bir boyuta taşımıyor mu?
İster insan, ister ağaç, ister bulut, ister taş, ister hayvan onların önünde durup görmediğim de, yargıladığım da kendi içimdeki o gri renksiz fotoğraf karesindeyim.
Ne zaman ki kalbimdeyim; duymaya, anlamaya, görmeye sevmeye niyetteyim o zaman tüm boyut kapıları açılıyor. O kapıdan her geçtiğim de eski “ben” imi ardımda bırakıp her şeyle BİR oluyorum. .
Gönül kapılarımızı açtığımız BİR’lik kapısından geçtiğimiz bir yıl olmasını dilerim.