Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Çaresizlik yanılsaması

İçinde bulunduğun kaostan kurtulmak bir şey değil aslında. Olan bitenden özgürleşmek kolay, ama insan alışıyor. Alışkanlıklarımız, bizi rahatsız eden koşulları bile zamanla kabullenmemize neden oluyor. İnsan, bulunduğu olumsuz durumdan kopamıyor; çünkü bilinmeyen bir özgürlük, alışılmış bir tutsaklıktan daha korkutucu geliyor.

Bu durum, bireysel ve toplumsal yaşamın birçok alanında gözlemlenebilir. Sevgililer ve eşler arasındaki narsistik ilişkilerde, çalışanların zehirli iş ortamlarına olan bağımlılığında ve siyasilerin koltuklarına sıkı sıkıya tutunmalarında… Ortak bir tema var: Çaresizlik ve güce tapınma. İnsan, kendisine zarar veren güç odaklarına bağlanıyor ve bu bağlanmayı zamanla rasyonalize ederek normalleştiriyor.

Zehirli bağlanmanın izdüşümü!

Narsistik ilişkiler, zehirli bağlanmanın en belirgin örneklerinden biridir. Narsist partner, başlarda büyüleyici bir sevgi gösterisiyle karşı tarafı kendine çeker. Ancak bu sevgi, bir yanılsamadan ibarettir. Zamanla, küçümsemeler, suçlamalar ve duygusal manipülasyonlarla birey, ilişki içinde kendini yetersiz ve eksik hissetmeye başlar.

Bireyin bu tür bir ilişkiden kopamamasının nedeni, narsist partnerin sunduğu “sevgi” kırıntılarıdır. Bu kırıntılar, bağımlılık yapan bir madde gibi etkili olur. Birey, o kırıntılar uğruna tüm toksik davranışları göz ardı eder. Bir süre sonra, maruz kaldığı şiddeti ve manipülasyonu “normal” olarak kabul eder. Bu duruma psikolojide “travma bağı” denir. Kişi, kendisine zarar veren kişiye duygusal olarak bağlanır, çünkü bu bağlanma, kimliğinin bir parçası haline gelir.

Benzer bir süreç, iş yaşamında da görülebilir. Çalışanlar, mobbing, düşük maaş ya da aşırı iş yükü gibi koşullara rağmen işlerinden ayrılmazlar. Çünkü belirsizlik korkusu, mevcut kötü durumu tercih etmelerine yol açar. “Başka yerde daha iyisini bulamam,” ya da “Bütün işler böyle,” düşünceleriyle durumu rasyonalize ederler. Ancak bu süreç, bireyin hem psikolojik hem de fiziksel tükenmesine neden olur.

Çaresizlikle gücü kutsamak ya da bilinçsiz bilinçle ona dahil olmak!

Bireyler, kendilerini güçsüz hissettiklerinde gücü elinde bulunduran kişi ya da sistemin yanında yer alma eğilimi gösterir. Bu eğilim, güce tapınma olarak adlandırılabilir. Romantik ilişkilerde narsist partnerin gücüne teslim olmak; iş hayatında toksik bir yöneticiye boyun eğmek; ya da toplumsal düzeyde otoriter bir liderin yanında saf tutmak… Tüm bu durumlarda ortak bir nokta vardır: Güçlü olanın yanında olmak, bireyin kendi çaresizliğini sorgulamak zorunda kalmamasını sağlar.

Bu durum, bireyin kendi değerini görmesini engelleyen bir döngü yaratır. Kendi içsel gücünü keşfetmek yerine, dışarıdaki güçlü figürlere sığınır. Ancak bu sığınma, bireyi daha da güçsüzleştirir.

Farkındasızlıktan farkındalığa geçiş mümkün olabilir mi?

İnsan, içinde bulunduğu durumu değiştirme gücüne sahip olduğunu unuttuğunda, çaresizliği kanıksar. Bu kanıksama, hem fiziksel hem de duygusal olarak kendisini kötü etkileyen koşullara karşı bir tür duyarsızlaşma yaratır. Ancak bu durum, bireyin çaresiz olduğu anlamına gelmez; yalnızca içinde bulunduğu kaosu fark etmekte ya da onu değiştirmek için adım atmakta zorlandığı anlamına gelir.

Bir Haliç ya da İzmir Bayraklı örneğini düşünün. Haliç yıllarca kötü kokusuyla bilindi; yanından geçenler kokudan rahatsız olur, burun direkleri kırılırdı. Ancak Haliç’in kenarında yaşayan insanlar bu durumu görmezden gelir, hatta sahil kenarında piknik yapar, yemek yer, çay içerdi. Kokunun ne kadar kötü olduğunu fark etmez hale gelmişlerdi. Çünkü o kokuyu o kadar uzun süre solumuşlardı ki, bir süre sonra bunu hayatlarının bir parçası olarak kabul ettiler.

Bu örnek, aslında psikolojik bir gerçeği işaret eder. İnsan, içinde bulunduğu olumsuz koşulları “normal” kabul etmekte ve hatta bazen bunu savunmakta ustadır. “Bu kadar kötü değil,” ya da “Herkes böyle yaşıyor,” gibi düşüncelerle kendini kandırır. İşte bu durum, bireyin çaresizlikten farkındalığa geçiş sürecini zorlaştırır.

Haliç’in kokusuna alışan insanların durumu gibi, birey de içinde bulunduğu kötü koşullara alışır. Ancak bu alışkanlık, bireyi uzun vadede duygusal ve psikolojik olarak yıpratır. Kötü kokuyu kanıksamış olmak, onun zararlı olmadığı anlamına gelmez. Aynı şekilde, kötü bir ilişkiye ya da ortama alışmak, o durumun birey için iyi olduğu anlamına gelmez.

Bu döngüyü kırabilir miyiz?

Olumsuz koşullardan kurtulmak için ilk adım, bireyin içinde bulunduğu durumu sorgulamasıdır. Kendi kendine şu soruları sorması bir farkındalık yaratabilir:

Farkındalık tek başına yeterli değildir. Birey, değişim cesaretini göstermelidir. Bu süreçte terapi, sosyal destek ya da bir mentorun rehberliği kritik rol oynar. Özgürlük cesareti, bireyin kendi gücünü keşfetmesiyle başlar.

Hepimizin içinde olduğu o garip çaresizlik yanılsaması

Olumsuz koşullara adapte olmak, insanın hayatta kalma mekanizmasının bir parçasıdır. Ancak bu mekanizma, bireyi uzun vadede tutsak eder. Çaresizlik, bir yanılsamadır. Birey, bu yanılsamayı fark ettiği ve kendi gücüne inandığı anda, özgürleşme yolunda ilk adımı atar.

Hayat, cesur kararların toplamıdır. Bu cesaret, bireyin kendi değerini fark etmesiyle başlar ve ona, en karanlık durumlarda bile ışığı bulma gücü verir.

 

Yazar

Exit mobile version