Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Coronavirüs yazıları 5N1K

  1. _ BİZE NE OLUYOR?

Bir şey oldu ve hepimizin hayatı değişti? Koronavirüs diye birkaç ay evveline kadar hayatımızda hiç yer tutmayan bir mesele, herkeste değişen ölçülerde de olsa – gündüzümüzü gecemizi işgal eder oldu. Peki size sorsam ve desem ki;

Hayatınızda ne değişti? – üç aşağı beş yukarı şunları duyarım muhtemelen;

Peki ya hissettiklerimiz?

Aslında çalışan bir insansanız bunların hepsini hayatınızın ilerleyen bir döneminde muhtemelen de kaçınılmaz olarak yaşayacaktınız. Sadece biraz erken yaşamak zorunda kaldınız. Ne demek istediğimi açayım. İnsanlar emekli olduklarında üç aşağı beş yukarı benzer şeyler yaşanır. Emekli oluncaya kadar alıştığınız, bildiğiniz bir yaşam rutininiz vardır. Hafta içi her gün işe gider çalışırsınız ve meşguliyet içindesinizdir. Hafta sonları da özel hayatınızda atlanmış sorumluluklara sıra gelir ve nasıl geçer anlamazsınız. Deyim yerindeyse beli bir tempoda, koşturur, çalışır, bir şeyler yapar, yuvarlanır gidersiniz. Derken emeklilik gelir ve birdenbire rutininiz tam ortasından dağılıverir. Sanki hayatınız elinizden alınmış gibi kalakalırsınız. Belki bir kısmınız eskiye dönmeye çabalarsınız bir kısmınız da elinizdeki kocaman günü nasıl dolduracağına hiç hazırlıklı olmadığınızdan kendinizi kahvehane köşelerine, hastalanıp ölmeyi bekleyen insanların “ihtiyarlık” sohbetlerinin içine atarsınız. Hayat bu muydu yani diye düşünür işin içinden çıkamazsınız.

Başımıza gelen şeyin adı: Durmak zorunda kalmak.
Koşuşturup duran, hep yüksek bir tempoda bir şeyler yapması gereken, işi, gücü, meselesi hevesleri olan insanlar iken pat diye durmak zorunda kalırsanız zorlanırsınız. Bizler de doğal olarak zorlanıyoruz.

  1. NE ZAMAN? _ Ne kadar sürecek?

Sizi korkutmak istemem ama diğer yandan da biliyorum ki, gerçeklerle yüzleşmeden gerçek bir tedbir ya da iyileşme şansı yoktur. Bana sorarsanız her şey daha yeni başladı ve üstelik muhtemelen de her şey, daha da ağırlaşarak ve zorlaşarak ilerleyecek.

Gündüz ne kadar sürdüyse gece de üç aşağı beş yukarı o kadar sürer. Gündüz, bizim bildiğimiz az çok kendimizi güvende hissettiğimiz, doğru okuduğumuzu sandığımız Dünya’da yaşam sürecimiz. Gece ise belirsizliklerle, bilinmeyenlerle dolu zaman. Ben size sorayım hayatınızda ne zamandır kaybolmuş gibisiniz ve sizce Dünya ne zamandır rayından çıkmış durumda?

Ben gecenin umduğumuzdan çok daha uzun sürebileceğini düşünüyorum. Umudumuz; bu bilinmezlerle dolu, korkutucu karanlığın şafak sökmeden önceki zifir olması ve bir an önce dağılıp gitmesi. Ama bana sorarsanız karanlığın dağılmasına daha çokça zaman var. Çünkü henüz bir şey görmedik. Meselemizin de sadece virüs olduğunu sanmıyorum. Çünkü küçük bir şey değişince ve sistemin ayarları bozulunca her şey değişir. Ekonomi tepetaklak olacak muhtemelen; paranın bir hükmü kalmayacak ve kimin neye sahip olduğunun da… Üzgünüm ama başka doğal felaketler belki bugünümüzü bile aratabilir. Hepsi olasılık dahilinde. Tüm korkularımızın gerçekleştiği zamanları yaşayıp görebiliriz.

Tedbir almak mı? Öngöremediği, kontrol edemediği şey için kim bir tedbir alabilir ki? Hesaptaki paralarınız bir yerden sonra fazla bir işe yaramayacak muhtemelen. Belki en iyi tedbir; hayatınızı sadeleştirmek, yüzümüzü sadece en temel ihtiyaçlara dönmek olurdu. O da şimdiye kadar yapmadıysanız hiç kolay değil. Ama zor zamanlarda hayatta kalma içgüdüsü tam ters yönde gitmemizi söyleyecek. Bencillik artacak. Kapılmamaya çalışın. Yoksa bir kap yemek, kafayı sokacak da bir çatı tamamdır. Gıda bulmak ve güvenlik en temel meseleler olabilir. Belki Dünyamız yıkıcı toplumsal olaylara gebe. Bana sorarsanız en temel ihtiyacımız sevgidir ve hepimizin çokça sevgiye ve dayanışmaya ihtiyacı olacak. Merkezinde ve sevgide kalabilenler, sakin de kalacaklar ve frekanslarının düşmesine izin vermediklerinden bir şekilde beladan da sıyrılıyor olacaklar.

Bu iç karartıcı gibi duran resme azıcık iyi haber koyarsam eğer o da gecenin en başında olmadığımız olabilir. Ne demek istiyorum? Dünyada epeyce zamandır “yapay ışık” var. Ampuller öylesine aydınlık veriyorlar ki, uzunca zamandır uyku zamanının ne zaman geldiğini bulamıyor bedenlerimiz. Aynı şekilde Dünyada da yapay bir “her şey yolunda – iyiyiz” balonu vardı epeydir. Alarm zilleri çoktan çalmaya başlamıştı ve beklenmedik, öngörülemeyen şeyler olmaya başlamışlardı bile. Gece başlamıştı ama biz kendimizi hala gündüzde sayıyorduk. O yüzden gecenin başında değiliz ve sonunda da değiliz bana sorarsanız ve gerçeklerle bir an önce yüzleşsek ve zorlu bir zamanın içinden geçeceğimizi bilsek iyi olur.

III. NE ZAMAN? _ Ne zaman bitecek?

Bir kere bu da geçip gidecek. Hiçbir şeyin kalıcı olmadığı bu hayatta bu da geçecek. Dememişler mi – bu da geçer ya HU… Karanlık bitimsiz değildir. Değil mi ki, her şey dönüyor; o halde ne aydınlık ne de karanlık daimî değil. Kaldı ki gündüzün geleceğini bilenler için gece de kendi güzelliklerini saklar. Onlar belki yıldızları seyrediyor olacaklar.

Ama ne zaman bitecek derseniz; zamanı geldiği zaman.

Dünya için? İnsanlık dönüştüğü ya da geride kalanlarla “yeni” inşa edilebilir olduğu zaman.

Senin için? Senin zamanın geldiği ve sen ne zaman biteceğini önemsemeyecek kadar gevşediğin, merkezlendiğin ve iyi hissettiğin zaman.

Cehennem, içinde olmak istemediğin yerdir. Sen kapana kısıldığını hissettikçe cehenneminin ateşinde yanıyor olacaksın. Sen kendi içinde cenneti yeşerttiğinde yani ne olursa olsun halinden memnuniyetini koruyabildiğinde koşullar da senin için işlevini yitirecek ve dönüşüyor olacak. Halvete çekildin farz et. Böylesi bir fırsatı bu kadar koşturup duran bir Dünyada nereden bulacaktın?

  1. NEDEN?

Tüm bunlar başımıza neden mi geldi? Kendi görüşüm bu tabii ama yine de anlatmaya çalışayım;

Dengesiz bir biçimde fazlasıyla eril (ve erkek egemen) bir dünyada yaşıyorduk. Aşırı ve dengesiz eril enerji; güç oyunu oynar: hayal eder, tasarlar, ister, kazanmak, başarmak için eyleme geçer, rakiplerle, düşmanlarla, engellerle mücadele eder, savaşır, sınırları zorlar, ittirir ve tükeninceye dek tüketir. Eril güç oyunu bugüne dek Dünyamızı fazlasıyla yordu, zorladı ve neredeyse tüketti. Ama Dünya insandan daha önce var edildi ve insan Dünyayı tüketemez ya da yok edemez. Dünya hiçbir devirde insana boyun eğmedi. Ama defalarca insanı dize getirdi. Şimdi de aynen Mu’nun Atlantis’in yok oluşu, Nuh Tufanı ya da buzul çağları gibi bir dönemin içindeyiz belki de ve bu Dünyanın intikamı değil. Sadece insanın belki bir kez daha toplu intiharı. Dünya ana bize cömertlikle hayat vermeye her zaman hazır. Anne çocuğundan vazgeçer mi hiç? Ama haddimizi aştığımızda kendi diliyle haddimizi bildirmek de onun için sorun değil. Dünya şu an bizi dişil olmaya zorluyor. Bu ne demek?

Dişil boşluk yaratır, yeninin, tazenin yeşermesi, büyümesi ve doğumu için bir rahim; bir alan sunar. Dişil bir şey yapmaz. Doğasında zorlamak, çabalamak, ittirmek yoktur. Yumuşaklıkla, kendiliğinden, büyük laflarla bir şey satmaya çalışmadan, acele etmeden, koşmadan, aranmadan, zamanın içinde yani geçmiş ile gelecek arasında değil – zamanın dışında kalarak sakince, telaşsızca, dinginlik içinde durabilir. Ölmeden önce ölmek; içindeki erilin, yeniden doğmak için dişile teslim olmasıdır. Teslim olabilirse dişil ona yeni bir hayat bahşeder; onu yeni ve diri bir hayata doğurur. Böylelikle ölmeden önce ölen kişi, yeniden can bulur ve dirilir.

Özetle eril çılgınlığımız yoldan çıkma ve Dünyayı mahvetme noktasına eriştiğinden o eril çılgınlığın içindeki dişil tohum yeşermeye başladı sadece. Erilin (Yang’ın) en güçlü olduğu ve kendine zarar vermeye başladığı noktada dişil (yin) doğuyor. İyi ki de öyle oluyor.

Yanlış anlamayın bunu bize Dünya yapmıyor ya da Dünya bizim için bir şey yapmaya da çalışmıyor. Dünyanın, hayatın ya da Tanrının böyle dertleri yok. Dünya nötrdür. Dünya sadece kendi doğal dengesini bir şekilde bulmaya kodludur ve kendi ritminde onu daima bulur da. Sistemin kendisi zaten öyle kurulmuş ki, ne ekiyorsak onu biçiyoruz. Bilinçli ya da bilinçsiz seviyede ne istemişsek tüm bedelleriyle birlikte onu çağırıyoruz. Çılgınca koşturan (eril) bir düzende muhtemeldir ki, artık durmak (ve dişil tarafla denge bulmak) istiyorduk ve şimdi dileğimiz bize (kendi niyetimiz ve ellerimizle) bahşedildi. Şimdi de durmaktan yakınıyoruz. 😊

  1. İYİ AMA…

İyi ama? _ Böyle acıtması, korkutması mı gerekiyordu?

Hayır. Ama sizi acıtan, korkutan şey dışarıda değil. Hiç olmadı. Siz zaten kendi kendinizi acıtıyordunuz. Siz kendinizi yok sayıyordunuz ve siz yaşamaya korkuyordunuz. Siz yaşamdan çekilmiştiniz ve özgürlüğünüzü kendi ellerinizle teslim etmiş, oyununuza köle olmuştunuz. Siz her türden güvence biriktirmek için telaş içinde çabalıyordunuz. Ve siz asla güvende hissetmeyerek korkunuzu dışa vuruyordunuz. Hala da kendi kendine acı yaratan ve korkulardan örülü bir Dünyada kalmayı seçen sizlersiniz. O yüzden kimsenin sizin için acı yarattığı yok. Siz sadece kendiniz için mütemadiyen yaratmakta olduğunuz acıyı görebilir oldunuz sadece. Portakalı sıkarsak içinden portakal suyu çıkar. Hayat sizi biraz sıktı ve içinizde ne varsa onlar gün yüzüne çıktı.

İyi ama? _ Korkuyorsam korkuyorum ne yapayım yani?

Hah. İşte bu harika. Korktuğunu görmek ve kabul etmek. İşte bu gerçek bir teslimiyetin başladığı yer. Artık bu karanlığın içinden nasıl geçilebileceğini konuşabiliriz.

  1. NASIL?

Bu karanlığın içinden nasıl geçeceğiz?

Teslim olacağız. Sabrı öğreneceğiz. Gelecek hesabını bırakacak ve güvenmeyi öğreneceğiz. Bunu mecburen yapacağız belki ve kendimizi zorladıkça çok canımız yanacak. Oysa tadını çıkarabilirsek o kadar sıkıntı verici olmadığını da görebiliriz.

Annenizin rahminde 9 ay nasıl durduysanız ve zamanı geldiğinde doğum kanalı boyunca nasıl çıktıysanız öyle duracaksınız olup bitenin içinde. Hiçbir şey yapmayarak ve kendinizi hiçbir şey yapmadan durduğunuz için dövmeyerek yani kendinize boş olma izni vererek. Bu şu gerçeği kavramak demek: Hayatta hiçbir şey asla kontrol altında değil ve asla bir güvence de yok. Ama her şey hep yolunda ve daima güvendesin. Her şey ve hepsi, belki henüz göremediğimiz büyük bir hayır. Dirençsiz kalabilmek ve geçiciliğe izin verebilmek acıyı bitirmez ama ıstırabı bitirir.

Hiç mi önerecek bir şey yok?

  1. Zehri kes; Televizyon haberlerinin ve whats-up gruplarının vesvesesini kes, kaç kişi ölmüş haberlerini bir yarışma programı izler gibi izleme. Mümkünse hiç haber izleme. Yapamıyorsan günde bir kez bak geç. Vıdı vıdı yapan bir ekran olmadan yapamıyorsan iç açıcı, sevgiyi, muhabbeti telkin eden filmler izle.
  2. Yapmaya (erile) kaçma; Yemek yapmak, yemek ya da abur cubur yemek (hazza kaçmak), temizlik yapmak, evi yeniden düzenlemek, TV ya da film izlemek, internete kaçmak, kitap okumak, çocuklarla ilgilenmek, birilerine iyilik yapma peşine düşmek, kendini meşguliyette tutmana sebep olmasın ya da hiç nefes almadan yaşamaya çalışmanın yeni bir formu olmasın. İşlerini yap tabii ki, ama bir zamanlar işe kaçtığın gibi şimdi de ev içinde bir şeylere kaçma. Kaptırma.
  3. Dur. Durma pratiği içinde ol. Hiçbir şey yapmadan sessizce oturabiliyor musun bir bak. Hiç hareket etmeden, kıpırdamadan, konuşmadan… Bunu bir tür kendini yeniye doğurma süreci olarak gör ve bırak hayat anne seni doğursun. Debelenme.
  4. Duygularını fark et, gözlemle, anı anına onları kabul et, yapıcı şekillerde ifade et ve onları bir tür arınma fırsatları olarak kullan. Baktın için sıkıldı. Yemeye ya da bir ekrana kaçma. Geç sessiz sakin bir köşeye otur ve içindeki sıkıntıya sakince bak. O sıkıntı bedeninde nerede, nasıl bir şey, kapladığı bir yer, bir dokusu, şekli, büyüklüğü, rengi, sıcaklığı var mı? Onu yapabildiğin kadar önünde somut incelenebilir bir şeye çevir. Ama içine girme, o olma. Sonra da nefes al. Onu önünde gör ve kaçmaksızın nefes al. Derin derin nefes alırken şeklini boz, küçült, onu erit, sonsuza fırlat, yak. Zihninde onu dönüştür. Ama ne yap yap nefes almayı hatırla. Böylelikle her gelen olumsuz duyguyu anında temizle.
  5. Nefes alıp vermeyi bir egzersiz olarak gününün belli saatlerine programla. Sayısız teknik var. Ama tekniklerden daha değerlisi, nasıl nefes alıp verdiğinin farkında olmaktır. Otur ve nefesini gözlemle. Sığ mı, derin mi? Karından mı yoksa göğüsten mi nefes alıp veriyorsun? Nefes alış ve verişin arasında boşluklar, kesintiler var mı? Nefesin tadını mı çıkarıyorsun yoksa kasılıyor musun? Nefes alışveriş sürelerin eşit mi yoksa biri diğerinden daha mı uzun? Nefes alışverişinle nasıl hissettiğin arasında bir bağlantı var mı? Hiç derin, büyük nefesler de alıyor musun? İlla bir teknik de söyle diyorsanız; 4-4-8-4 tekniği hoş olabilir. 4 birim zamanda nefes al. 4 birim zamanda aldığın nefes vücuduna yayılsın ve tadını çıkar. 8 birim zamanda (nefes aldığın sürenin iki katı yavaşlıkta) yumuşakça nefes ver. Dört birim zamanda acelesizce zehirli havanın vücudunu terk edişinin tadını çıkar. Nefesi tutma. Sadece nefes almak için acele etme.
  6. Sessizleş; Az konuş ve mümkünse hiç konuşma. Böylelikle önce dış sonra da iç gözlem yapabilir ol. Kendi bilgeliğinle bağlantı kuruyor olacaksın. Bu sayede içinde neredeyse otomatik olarak beliriveren kaygılardan kurtulacak ve panik hallerine kapılmayacaksın.
  7. Bağ kur. Gerçek – sevgi ve saygı temelli iletişim kur. Evde ailecek beraber iseniz oturup gerçek bir sohbet edin. Anıları yad edebilirsiniz, içinizdeki duyguları paylaşabilirsiniz, diğerine söylemek isteyip de içinizde tuttuklarınızı ifade edebilirsiniz. Hatta helalleşebilirsiniz. Yani geçmişte diğerine kırıldığınız, affedemediğiniz durumları ifade edebilirsiniz. Aynı şekilde evdeki diğerlerine onlarda en çok neleri sevdiğinizi söyleyebilirsiniz. Her günün size ne öğrettiğini paylaşabilirsiniz. Hatta Tanrı, hakikat, hayat, ölüm hakkında konuşabilirsiniz. Şimdi bunları konuşmayıp da ne zaman konuşacaksınız? Tek başınıza iseniz telefon kullanarak aynılarını yapabilir ya da daha meditatif olmaya çekilebilirsiniz.
  8. Bu kadar durmak çok zor geliyorsa durmana yardımcı olacak bir şeyler (misal yoga, Qigong, egzersiz ve hatta yemek vs.) yap. Aç keyifli bir müzik dans et, hareket et. Ama ne yapıyorsan farkındalıkla ve bir meditasyon gibi yap. Domates soyuyorsan domates soy.
  9. Rızkını o kadar da dert etme. O iş sende değil. Yani çoğu sende değil

 

Exit mobile version