Dinlerin insanlara dayattığı ilk ve en temel öğreti, tüm yaratımın tanrı tarafından gerçekleştirildiği fikridir. Hatta bu ayette “Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz.“(Tekvir, 81/29) şeklinde tefsir edilmiş ve bundan bir adım daha ileri gidip, dileyenin ve gerçekleştirenin de Allah olduğu ifade edilmiştir. Hakikatin ve gerçekliğin yaratımında bu kadar insan uzak, tanrı yakın kavramlar varken, insanın kendini gerçekleştirme, kendisini arama ve bulma yolculuğu da boşa çekilen kürek gibi olmuyor mu sizce? En nihayetinde sizin adınıza bir şey dilenmemişse, sizde bir şey dileyemez ve açığa çıkartamazsınız, öyle değil mi? Gelgelelim insanın dünya üzerindeki hayat yolculuğundaki tanrı, din ve inanç kavramlarının bir adım ötesinde durum böyle işlemiyor. Çünkü, insanı bu ve benzeri yüzlerce ayet, sure ve bab ile yönlendirmeye çalışan bilgi var kutsal metinlerde, ancak çizginin dışına çıkan insan, sorgulayan zihninin ve arayışta olan bilincinin çizdiği yolda farklı cevaplara ulaşıyor.
İyinin ve kötünün olmadığını savunageldiğimiz dünyada, bebek tecavüzleri, açlık, savaş, cinayetler, katliamlar, iktidar hırsı için yok edilen halklar, inançlarından dolayı yakılanlar, moda diye katledilen hayvanlar, daha fazla kar hırsı için yakılan yıkılan ormanlar, hırsızlar, yalancılar, katiller ve daha bir çok iyi ve kötü olmayan eylem ve davranışlar ile karşı karşıya kalan insanın sorduğu temel soru “Bütün bunların olmasını kim istiyor?” oluyor. Tabi ki insanın gerçekliği ve hakikatidir bunu yaratan fakat işin arkasında birde diğer olgular ve öğretiler yer alıyor. Elbette bütün bu olanlardan dolayı suçlanacak bir yaratıcı yok. Çünkü varoluşun en temel sorunu gibi görünen bütün bu olumsuzlukların tek sahibi, sadece ve sadece insan ve onun yüksek egosu ile bezenmiş hırsı değil midir?
İnsan, dünya üzerinde inşa edilen hakikatin tek sahibidir. Ve her hakikat onu açığa çıkartan BEN’in yansımasıdır ve bu yansıma diğer herkes tarafından görünen fakat gerçekliği olmayan bir illüzyondan ibarettir.
“Açığa çıkan her gerçekliğe anlam yükleyen de onu açığa çıkartan da kişinin kendisidir.” Yani bir binayı inşa eden kişi o yapının tüm bilgisine sahiptir ve o yapı ile ilgili tüm hakikati kendi içinde barındırır. Dışarıda olan kişi ise onu sadece bir yapı olarak görür ki daha önceden görmediği bir şey ise buna da bir anlam yükleyemez. Ve bu durumda ortaya çıkan bu görüntü, gören kişinin gerçekliği ya da hakikati olabilir mi sizce? Örneğin, Graham Bell telefonu bulduğunda ona bir anlam yükleyip kendi hakikatini açığa çıkartmıştır. Telefonu daha önce hiç görmemiş olan insanlara bu buluşu gösterdiğinizde karşılaştıkları şeye anlam yükleyemedikleri gibi saçma bir alet olarak da görebilirler değil mi? Karısı yan odada iken neden telefon icat eder ki bir insan? Aslında, yaşadığımız ve deneyimlediğimiz şeylerin içindeki anlamları ona yükleyenler bizler olmaktayız. Sosyoloji derslerinde sıkça karşılaştığım konulardan biri de bu… Filozoflar ortaya attıkları fikirleri yani kendi hakikatlerini öyle net ve kararlı bir şekilde savunup çevresine dikte ediyorlar ki sonrasında etrafındakiler bu fikirleri içselleştirip, bir ideoloji, akım ya da öğreti haline getiriyor. Hakikat sadece düşünceyi ortaya atıp ona inanıp bunu anlatan kişiye ait iken, bir anda diğer herkes bu ortaya atılan düşünenin gerçekliğini ispat etmek için çabalayan ve onu çürütmek için mücadele eden ve günün sonunda iyi ya da kötü, olumlu ya da olumsuz şekilde bu fikri insan literatürüne gerçeklik olarak katan toplulukların illüzyonundan ibaret bir oyun haline dönüyor. Düşünün, şu an savunduğunuz hangi ideoloji, fikir, düşünce size ait ve bakın çevrenize siyasi kavgaların içinde olanların kendi fikirleri ya da gerçeklikleri nedir?
Tanrı, insanın dünya üzerinde verdiği hakikat oyununun neresinde yer alıyor, bilen var mı?
İnsanın yaratım hikayesinde gerçekten O’nun dilekleri ve niyetleri mi açığa çıkıyor, yoksa; insan kendi hakikatini yaratırken ortaya çıkan her şey O’na dahil mi oluyor? Toprağı ve içindekini ayrıştırıp sonrasında bu ayrıştırdığı şeyleri suyla birleştirip, ateş ve hava ile şekil veren insan, dünyanın üzerindeki tüm gerçekliği yaratan ve açığa çıkartan değil midir? Evrenin yaratılışında tanrıyı şahit gösterenler dünyanın üzerinde kurulan tüm bu sistemin arkasındaki bilinci neden görmeyi ret eder de onu bir üst boyutta tasavvur ettiği yaratıcıya bahşeder. Ve neden iyiyi tanrıya, kötüyü ise kendisine pay olarak biçer? Hakikatin ayan beyan ortada olduğu iki yaratım hikayesindeki özü neden görmek istemez? Mikroda olan makroda, makroda olan ise mikroda açığa çıkıyorsa ve aşağıda ne varsa yukarıda, yukarıda ne varsa aşağıda ise, neden kendi bilincini yok saymayı seçer ki insan? Din adamları yüzünden olabilir mi? Engizisyon mahkemeleri, kadıların fetvaları, hahamların emirleri ve taşlara yazılan kanunlar hepsi insanın ortaya attığı fikri bir şeytan icadı olarak görmedi mi bugüne kadar? Bugün insan kendi hakikatini böylesine reddediyor ve gücünü yok sayıyorsa sebebi yine kendisi değil midir?
Evet ne demiştik, hakikat kimin gerçekliğidir?
Hakikat, her bir bireyin anda yarattığı ve anlam yüklediği gerçeklik olabilir mi? O gerçekliğin kişi ya da kişilerde açığa çıkardığı her türlü duygu, düşünce, yorum, anlam ve bakış açısı ise bir illüzyondan ibaret değil midir? Yani binanın kendisi gerçek fakat ona yüklenen anlamlar gerçek değildir dersem yanılmış mı olurum? Olaya, ortaya çıkan ve yüklenen anlam boyutundan daha da ileri boyuta geçip baktığınızda, orada düşünceye dönmüş enerji görürsünüz dersem, çok mu uçmuş olurum? Demir, su, ağaç, cam ve boyadan ‘ki pigmentler ve ışığın kırılması ile elde edilen renklerde en büyük yanılsamalardan biridir.’ ibaret olan bu yapıdaki her bir elementin en küçük parçacığı olan atomlara kadar inerseniz orada bir bina değil, bir enerji ya da açığa çıkmış bir düşünce görmüş olacağız değil mi?
Evet, görünenin değil, görenin yüklediği anlamlar ile mana bulan bir dünya üzerinde halen hakikati aramaya devam ediyoruz. Bilincimizin sınırsızlığının mahkum olduğu sınırlı zihnimizin derinliklerinde kaybolurken, gecenin karanlığına tutulmuş el feneri gibi gördüğümüz şeyleri de anlamlandırmaya ve özümsemeye çaba harcıyoruz.
Hakikatin dinden özgürleşmiş ve insan bilincine uyarlanmış haline erişebilmek için, yüklenen anlamlardan da bir adım geriye gitmek gerekiyor. Bir adım geriye gidersen, gelecekten geçmişe gitmek gibi bir başka illüzyona dahil oluyorsun ve olacakları bildiğin için anlamları da ortadan kaldırabilirsin. Çünkü şu an bulunduğun yerden bakınca içinde bir duygu ve anlam olmadığını göreceksin, ne zamanki bir adım atıp yarattığın gerçekliğin içine girersin, işte o zaman açığa çıkan şeyi kabul edip kendi hakikatin haline getirirsin. Bu yüzden bir adım geri çıkıp izlemek yaşadığın olaya farklı bakış açısı kazandırır sana, bir adım ileri gittiğinde düşünceni de yaşanmışlığını da kendinle götürürsün, fakat bir adım geri attığında yarattığın illüzyonları ve yüklediğin anlamları fark edersin.
Tüm varoluşun bir düşüncenin ve fikrin açığa çıkmış hali olduğunu idrak ettiğinizde, karşılaştığınız her maddesel, zihinsel, duygusal ve ruhsal farkındalığın bir düşünce ve enerji olduğunu anlayacaksınız. Pencerenizi bu yönde açtığınızda, sizce hayatınızda acı denen kavram yer edebilir mi? Ya da kızacak ve öfkelenecek birileri kalacak mı etrafınızda? Zihninizin yansımalarına ve etrafınızı saran illüzyona bakıp onları gerçek bilip, kendinize işkence etmeye devam edecek misiniz? Yoksa, hakikatinizin farkına varıp, yeni gerçeklikler ortaya çıkartmaya mı başlayacaksınız? Toprak ve damla elinizde, onları bir yapıya ve gerçekliğe çevirecek hakikat ise içinizde.
Seçimlerinizle var olduğunuzu ve hakikati de seçimlerinizle var ettiğinizi görebiliyor musunuz?