‘’Biz İnsanlar üç farklı yönden acı çekme tehdidi altındayız; çürümeye ve yok olmaya mahkum bedenimizden, acımasız ve yıkıcı güçleriyle dış dünyadan; son olarak da diğer insanlarla olan ilişkilerimizden. Bu sonuncu kaynaktan gelen acı, muhtemelen diğerlerinden çok daha ıstıraplıdır.’’
Hele de bunu sizi maddi, manevi kandırmak, kullanmak, maniple etmek ya da sorumluluk alma bilincinden uzak kötü (ahlaksız) kişilerle yaşıyorsanız.
‘’İnsanlar düşündüklerinden daha ahlaklı ve hayal edebileceklerinden daha ahlaksızdırlar.’’
İstiyoruz hepimiz sevilmek,
Mümkün değilse hayran olunmak,
O da mümkün değilse korkulmak,
O da değilse nefret edilmek ve hakir görülmek
Hepimiz bir his uyandırmak istiyoruz,
Karşımızdakinde, ne olduğu önemsiz
Ruh hiçliğin karşısında titriyor,
Ve ne olursa olsun bir temas arıyor.
Ve işte tam bu yüzden insan Hialmar Söderberg’in dizelerinde belirttiği gibi sonu ıstırap ve acı getirecek olsa bile bu teması arıyor.
Aranan sevgi iken, bulunan kötülük (kötü niyetli davranış) ve acı ise affetmek ve bağışlamanın sancılı ve uzun ama büyüten zorlu yoluna girilmiş oluyor. Bu yazı bunun üstüne bir denemedir.
Kötülük; aciz ve korkak kişilerin çaresizce güçlü hissetmek ihtiyacından doğuyor sanırım… İnsanlar, kötülük ( kötü niyetli davrandıklarında ) yaptıklarında kendileri verdikleri acı karşısında o an duyarsız kalabildikleri için, diğerinin acı çektiğini, kızdığını vb. gibi gördüklerinde kendilerinin güçlü ve akıllı olduklarını düşünüyorlar, kendini aciz hisseden biri için diğerinin üzerinde böyle bir etki yaptığını görmek de sahte güç algısına yol açıyor… Düşünsenize bu sefer aciz ve zayıf olan ben değilim seyretmek nasıl bir keyif !!
İşte bu yüzden biri size gerçekten bilerek, isteyerek kötülük yaptıysa siz ne derseniz deyin, asla yaptığını kabul etmiyor, çünkü bu yaptığının sorumluluğu almayı ve gerçek güç kullanmayı gerektiren bir durum, yani sadece bilmeden istemeden sizi kırmış biri, siz kırılganlığınızı paylaştığınızda, sizden özür dileme gücüne sahip.
Dolayısı ile sizi bilerek isteyerek kırmış birinden derhal uzaklaşın, hem de hiç üzülmeden, tabii o çoktan uzaklaşmadıysa, yoksa kırılganlığınızı anlattığınızda pişkinlik ve hatta suçlama ile karşılanırsınız. Yapabiliyorsanız bir şekilde duygularınızı o hiç iplemese de dile getirin! Canını yakmak veya anlamasını sağlamak için diye değil, anlayacak olsa yapmazdı zaten, sadece sizden çıksın diye!
Ama asla, karşılık vermeye, kötülük yapmaya, bilerek canını yakmaya yeltenmeyin, onunla aynı yere inmiş olursunuz, kötülük sizi de ele geçirmiş olur ve aynı aczi paylaşmaya başlarsınız. Unutmayın ki herkes ne yaparsa kendine yapıyor ve herkes yaşattığını illaki yaşıyor. İlahi adalet diye bir şey var!
En önemlisi, siz onu geride bıraktığınızda, bilerek bilmeyerek, o ilahi adalet gereği sizi her yere, her ilişkiye, her duruma taşıyor ta ki adalet yerini bulana kadar, çünkü herkes yaptığını bilir ve nasıl her cinayet kendini çözmek isteyene gerekli ipuçlarını verecek şekilde konuşursa evrende her haksızlık giderilene kadar her şey konuşur. Size haksızlık yapan bir adam güle oynaya başka bir ilişkiye başlamışsa; bir anda sizin isminizi söylerken bulur kendini, veya bir anı yükselir içinden en mutlu olduğu yerde… ona sürekli hatırlatır kendini, o ilişkide de bir sonrakine kadar oyalanır durur, yeni canlar yakmaya devam ederek. Biri sizi öldürmüşse ya kendini öldürür sonunda ya da içindeki her şey ölür zamanla… Paranızı almışsa parayla ilişkisi düzelmez, başka biri onun parasını gelir alır veya çok parası olur ama parayla geleceğini sandığı hiçbir mutluluk onu mutlu edemez.
O yüzden bırakın herkesi yaptığıyla baş başa kalsın ve her şeyi gören tanrı onunla kendi bildiği biçimde ilgilensin, sizde kendi içinizdeki güce odaklanın, onunla tekrar ayağa kalkın ve bu deneyimden öğrenmeniz gerekenlere bakın. İçinizi ilahi adalete inanarak ferah tutun.
Şemsi Tebrizi’nin güzel bir lafı var:
Size affedilmeyecek kadar büyük hata yapan birine akıl sınırlarının bittiği yerden başlayacak ceza vermek istiyorsan bütün samimiyetinle affet. Hissedilen her şeyi arşivleyen kader, kendisiyle en iyi biçimde ilgilenecektir.
Yine kim söylemişti şimdi hatırlamıyorum ama başka biride benzer bir şey söylemiş:
Bir yerde bir acı varsa, ama böyle ciğerden gelen gerçek bir acı, işte oraya rahmet yağar… Hiçbir acı çektirenin yanına kalmaz. Bilerek, isteyerek, sorumsuzca mutsuz eden, muhakkak mutsuz olur… Gerçekten içi yanan, gerçekten yakanı bir sözüyle altüst edebilir… Edilen ah’lar bir zaman tutar. Çektirilen acı havada asılı kalmaz, çektirenin başına düşer
İşte bu yüzden bağışlamak bağ dışlamaktır. Bağışladığınız da özgür olursunuz yoksa o kişiyle adalet yerine gelene kadar bağlısınız demektir. Bana göre Karma zaten bu demek, kendinizi Karmadan uzaklaştırın, egoların çarpışması Karma yaratır ve kendi hakkınızı ararken vereceğiniz zarar ‘’daha fazla ‘’veya ‘’daha az’’ olursa da aynı bağ devam eder, belki yaşamlar boyunca… Teslim olduğunuzda ise Karma dışına çıkarsınız ve sizin yerinize bunu Tanrı yapar hem de sizin hayal bile edemeyeceğiniz kadar iyi bir şekilde…
Elbette ilahi adalete inanmak ve size kötü niyetle yaklaşmış birini Allaha havale etmek en güzeli ve bence yapılabilecek en doğru şey ama bunu yapmak sizi Karma dışında tutsa da acı veren duygular kendiliğinden kaybolmaz bağışlayabilmek ve affetmek aynı zamanda sizinle de ilgilidir ve hiç ama hiç kolay değildir çünkü tıpkı M. Nicoll’ün aşağıda söylediği gibi:
‘’Kişinin kendini inciten veya yaralayan bir başkasını bağışladığını söylemek, yalnızca bir kendini kandırma değil, ayrıca da spiritüel bir küstahlıktır. Kişinin sanki yapabilecek olduğunu varsaymak olurdu. Hayır, bunun tek yolu uzun süre boyunca kendini gözlemleme aracılığıyla şuurun yavaş yavaş geliştirilmesidir ve bu, kişinin kendine dair alışageldiği fikri paramparça edecek ama kişiyi- ve de kişinin kendi nefretine ve şiddetine hapsetmiş olduğu diğerlerini- serbest bırakacaktır.’’
Dönüşüm oyununu oynamaya gelenlerde o kadar sık rastladığım bir şeydir ki ben onu affettim deyip ne acısından ne de öfkesinden uzaklaşamamış olanlar… Ama yanlış anlaşılmasın bence gerçekten acıdan ciğeriniz yandıysa, kederden ciğeriniz çürüdüyse affetmek, bağışlamak insanoğlu için en zor meselelerden biri. Âmâ çok şükür zorda olsa mümkün.
Çünkü gerçekten insanlar arasında ama daha önemlisi insanlarla kendi kalpleri arasında yüzleşme zamanları var ve bizlerin bunun için acının getirdiği o yanma ile büyümeye olgunlaşmaya, kendimizi, diğerini ve gerçekten başımıza gelenin neden geldiğini anlamlandırabileceğimiz, anlayabileceğimiz ve gerçekte olanın ne olduğunu kalben de idrak edeceğimiz iyileşmemiz ve büyümemiz için gereken bu yüzleşme zamanlarına / anlarına ihtiyacımız var.
O yüzden Pema Chödron’un iyileşme tanımı bana en yakın ve iyi gelen tanım oldu bugüne kadar:
‘’Önemli olanın bir sınavı geçmek veya bir sorunu aşmak olduğunu düşünürüz ama gerçek şu ki işler aslında çözüme ulaşmaz. Her şey bir araya gelir ve sonra tekrar dağılır. İşte bu kadar basit! İyileşme, kedere ve rahatlamaya, ıstıraba ve sevince yer bırakmakla gelir.’’
Tam olarak keder, rahatlamaya, ıstırap sevince ve zayıflık tekrar güce dönüştüğünde iyileşiriz. Âmâ bu bir kerede olmaz, sıklıkla sayısını kendimizin bile bilemeyeceği hatta galiba hiç geçmeyecek galiba dediğimiz sayısız kabusa dönüşen hatırlamalar, hüzünle, düşüncelerde kaybolma, ağlama ve ıstırap anlarından sonra gelen rahatlama ve kavrayış anlarıyla yavaş yavaş gelişir ve gerçekleşir.
Yani Allaha havale etmek dışında bizim yapmamız gereken şey kendimizle, kalbimizle ve diğeriyle yüzleşme anları yaşamaktır. Yaşam ileriye yönelik yaşanan ama geriye bakıldıkça kavranan bir şey olduğundan bu geriye dönüşler bizi her seferinde fark ettiğimiz yeni kavrayışlarla, içinden yana yana geçtiğimiz anlarla arındırır, görüşümüzü berraklaştırır, zamanla kurbandan olayla ilgili kendi sorumluluğumuzu alacağımız geçişe hazırlar.
Halil Cibran’ın dediği gibi: ‘’Gerçekten adil olan, kötülüklerin yarı suçunu kendinde bulan kişidir.’’
Bu durumda kişinin kendi bu davranışa maruz bırakan bilinçsiz kalıplarını görmesi ve dönüştürmesi, temizlemesi gerekir.
Bu idrake geldiğimizde ve kişilerle kalbimiz arasındaki yüzleşme zamanlarından sonra yaptığımız sentezden çıkardığımız bu olduğunda gerçekten özgür oluruz ve kendimizde iyileşmesi gerekeni iyileştirme şansımız olur, bu önemlidir ve bizi büyütür.
Halil Cibran: ‘’Gevezeler sessizliği, yobazlar hoşgörüyü, acımasızlar iyiliği öğrettiler bana, ama ne gariptir ki bu öğretmenlere karşı hiçbir gönül borcu duymuyorum’’ demiş.
Gönül borcu duyulacak tek şey bu deneyimin getirdiği büyümedir… Tabii deneyimimiz hayatımızın sonlanması veya buna benzer bu yaşamda halledilecek ağır kayıplar ve sonuçlar, bedeller içermiyorsa…
Bir ilişkide; her şey söylendikten ve yapıldıktan ve üzüntü kısmı geçtikten sonra o kişi yalnızca bir anı olacaktır, iyi ya da kötü, sonuçta sadece bir anı.
Bize düşen bu anıyı temizlemektir ki bu eski bir Hawaii şifa ve arınma tekniği olan Ho’oponopono‘nun da temel konusudur.
Gerisi Tanrı’ya kalmıştır.
Ve ilahi adalet yerini bulup yapan yaptığını, yapılan neden yapıldığını yani herkes ne yaşadığını anladığında ve payına düşeni ödediğinde sonunda herkes kazanır.
Yani affetmek ve bağışlamak yapanı, yapılanı ve Allah’ı kapsar. O yüzden zor ve kesinlikle büyüme içeren ve bedelleri olan bir süreçtir.
Belki de o yüzden Leonardo di Caprio’nun oynadığı ‘’The Revenant ‘’ filminden aklımda kalan; kayıplarının ardından filmdeki kızılderilinin söylediği sadece şu cümle oldu ‘’ İçim kan ağlıyor ama intikam insanın değil Tanrı’nın ellerinde ‘’
Bir nevi bizim Allah’a havale et deyişimiz gibi gelmişti bu söz bana. O yüzden ilahi adalet her zaman vuku bulur yapanında yanına kalmaz yapılanın da.
İyi ki de öyle.
P.S: Kendimizin yapacağı şeyler konusunda ise naçizane herkese destek olması için dönüşüm oyunu ve Ho’oponopono tekniklerini öneririm.
Sevgi ve dostlukla,