Tatlı bir merhaba ile selamladığımız her yeni gün, yaşamın sırlarını da biraz daha aralamaya kucak açmıyor mu sizce de? Her yeni günün beden tabiatından Ruh güneşini doğurmak için fırsat olduğunu hiç unutmasak keşke. Kainat aynasından beden kitabını okuyup, Ruh güneşinin ışığıyla aydınlansak…
İnsan için ‘kainatın kalbi ‘boşuna denilmemişti öyle ya. Kainat ağacının çekirdeği insan, kainatın sırlarını da içinde barındırıyordu. OKUyabilene söyleyeceği çok sözü vardı. Yeter ki insan kendini dinleyebilsin. Beden kitabını kendine ayna tutmayı bir becerebilse; o da eteğindeki taşları dökecek, sırlarını fısıldayacak, kendinden haber verecekti. En küçük birimi hücresinden dokulara bir selam gönderecek; dokular organlara merhaba diyecek, organlar sistemlere nasılsınız diye soracak ki muhabbet başlasın. Vücut yurdunda, gönül hazinesinin tohumları fidana, fidanları ağaca, ağaçları da ormana dönüşsün.
Peki, mesleği diyetisyen olan biri olarak ben bu muhabbetin neresindeyim, neresinden seslenmekteyim?
12-13 yaşlarında Simyacı‘yı okurken ‘Her şey bir Tek ve aynı şeydir’ cümlesiyle başladı bendeki muhabbet. Cümleyi kalbimde kabul edip aklıma sığdıramam normaldi o yaşlarda. Zaten hakikati itibariyle de akıllara zarar bir cümle değil miydi? Cümlenin peşini, aklımı da mutmain edene kadar bırakmadım. Sonrasında bir cümle daha geldi. Bu sefer İbn’ül Arabi’den ‘Nefsini bilen Rabbini bilir’ ve başka bir kitapta nefsini bilen nefesini bilir yorumuyla karşılaştım. Hayatıma ışık tutan bu cümlelerle vücut ve ruh muhabbetinin birliğine diyetisyen hizmet sıfatıyla da ortak oldum.
Benim için diyetisyen olmak; diyet’isteyen’ den öte, nefis dediğimiz duygu-irade tahterevallisinde dengeyi, nefesinle (Özünle) bulmaya rehber olmaktır. Nefes ve nefis denge oyununun örneğini vücut sahasından verelim şimdi. Çek içine derin bir nefes, ağzına da bir lokma yiyecek at. Kendini izle. Yutkunurken nefes alabiliyor musun?
Nefesimizin girdiği burun kanalı soluk borusuna, yiyecekler ise ağız yoluyla yemek borusuna bağlanır. Bu iki boru aynı hat üzerinden birbirine engel olmayacak şekilde çalışır. Şayet dengeleri bozulursa ya yemek boğazımıza takılır ya da solunumumuz tıkanır ki; ilkine çözüm varken, ikincisi ölüm ile sonuçlanabilir. İki ucu keskin bıçak anlayacağınız.
Şu hayatta da ağzınıza neyin girdiği ve ağzınızdan neyin çıktığı çok önemli değil midir? Ağzınızdan fütursuzca çıkan sözler nasıl ki gönül yarasına sebep olabiliyorsa; aynı fütursuzlukla giren yiyecekler de sindirim yarası yapar. Acı bir söz işittiğinizde içiniz nasıl yangın yerine dönüşüyorsa; sağlıksız gıdalar, yüksek karbonhidratlı yiyecekler de mide asit ph’ını bozarak reflü, gastrit, ülser gibi sindirim sistemi hastalıklarına sebep olur. Neden burayı beraber örnekleyerek anlattık?
Son araştırmalar gösteriyor ki mide asit pH’ını bozan faktörlerin başında stres de yer alıyor. Midenin olması gereken pH aralığı 1.5- 2.2 ‘dir . Bu asidik seviye bizi toksik öğe ve patojenlerden korumaktadır. pH‘ın bozulması ve alkali hale geçmesi durumunda toksin ve patojenler bağırsağa geçer ve sızdıran bağırsağa sebep olur. Peşinizi bırakmayan Helicobakter Pylori de bunun bir sonucudur. Stres durumunda mideniz güçlü bir mide asidi salgılar, ortalık yangın yerine dönüşünce de alkali bir cevap verir. Asit ve baz karşılaşınca da bu sefer gaz oluşur. Sindirim hastalıklarının çoğu kaynağı mide asit seviyesindeki dalgalanmalardır. Buraya bir küçük not ekleyelim çok sinirliyken, stresliyken, üzgünken yediklerinizi bu sebeple eritemezsiniz. İçinize taş oturmuşken o taşı midenizde de hissetmeniz gayet normal. Özellikle akşam yemeğinizi haberler veya acıklı bir film izlerken de tüketmeyin ayrıca. Malum şu sıralar haberleri içimize sindiremiyorken yediklerimizi sindirmek de işkenceye dönüşebilir.
İnsanın sindirim sistemi bize kendi dünyasıyla ilgili bilgiyi de net olarak verir. Bana sindirim sistemini anlat sana kim olduğunu anlatayım diyebiliriz kısaca. Buraya bir parantez açıp duyguların sindirim üzerinden dile gelişini sonraki yazılarda anlatalım. Peki mideden kalbe nasıl bir yolculuk içindeyiz? Bu sorunun cevabı biraz da kalpte saklı.
Kalbimiz, insan vücudunda en güçlü elektromanyetik alana sahip organ. Araştırmalar beynin manyetik alanından 5 bin kat daha güçlü olduğunu söylüyor. Oluşturduğu manyetik alan vücuttaki diğer organlarla da iletişimini sağlıyor. Beynimiz bile gerekli olan sinyalleri kalpten alıyor. Aslında bütün bilgileri duygular aracılığıyla beyin ve diğer organlara dağıtan organ yine kalp. Sadece duygular değil, düşüncelerimiz, inançlarımız da bu manyetik alana etki ediyor ve çevremizi etkileyebiliyor. Son araştırmaların bu sonuçları bizi yine merkeze, kalbimizin sırlarına yönlendiriyor.
Mideden kalbe yolculuğumuzda, bizi bedensel ve ruhsal şifaya götüren beslenme tarzı ve duygularla olan yolculuğunu, bu bakış açısıyla diyetisyen kalemiyle daha detaylı anlatmaya devam edeceğim elverdiğince.
‘ Ağzınızdan çıkanı kulağınız; midenize gireni de kalbiniz duysun.’
Esenlikle…