Nefes doğumdur…
Nefes yaşamdır…
Nefes varoluşun ruhumuzu üflediği can’dır…
Bilinçli, farkında ve yavaş alıp verdiğimiz her bir nefes, bizi ruhsal olarak dengelediği gibi, bedenimizi de iyileştirir. Buna kısaca nefes farkındalığı diyebiliriz.
Nefes farkındalığı; nefs farkındalığıdır aslında.
Nefesini fark ederek alan, hayatını da fark ederek yaşar.
Nefesini farkında olarak yavaşlatanın, nefsi de kendiliğinden durulur. Bu duruluk hali, tabii ki, bedene de yansır. Dinginlik, sakinlik ve sadelik şifanın kapılarını açar. Böylece “zihinsel, ruhsal ve bedensel şifa çemberi” nefesle doğal döngüsünü tamamlar.
Nefesimizi doğru kullanmayı öğrendiğimizde, fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklarımızda iyileşmeler yaşayabiliriz… Kalp hastalıkları, migren, tansiyon, sinir sistemi, mide, barsak sorunları, eklem ve cilt rahatsızlıkları, depresyon, panik atak, anksiyete ve daha pek çok sağlık problemi kendiliğinden çözülebilir. Tabi eğer vakti geldiyse ve eğer biz o bedensel rahatsızlığımızdan, öğrenmemiz gerekeni öğrendi isek..
Solunum, kendi istemimizle değiştirebileceğimiz tek fizyolojik fonksiyondur.
Günümüzde uygar toplumun baskısı, insanlara bebekliklerindeki solunumu unutturmuş durumdadır.
Yaklaşık on yaşına kadar, yani kendi benliğinin bilincine varana kadar, çocuk, ciğerlerinin ve karnının tamamını hava ile doldurur. Yani karın solunumunu tam yapar. Sonra da içgüdüsel olarak aynı şekilde havanın tamamını boşaltır.
Daha sonra stresle tanışan çocuk; korku, çekingenlik gibi çeşitli duyguların etkisiyle solunum ritmini hızlandırır. Doğal, kendiliğinden ve derin olan karın solunumu yitirilmiş, yerini daha yüzeysel olan ve sadece akciğerlerin bir kısmı ile yapılan sosyal solunuma bırakmıştır. Vücuda alınan hava miktarı yarıya inmiştir. Bu işleyiş, pek çok açıdan sağlıksız durumları da beraberinde getirir.
Dünyada yaşayan insanların % 90 ‘ı solunum sistemlerinin % 30 ‘unu kullanmakta diyor, kaynaklar.
Tam da bu yüzden; insanlık için, “yeterli nefes almıyor olmayı kabullenmenin zamanı gelmiştir” demek çok abartılı olmasa gerek.
Vücudumuzun yapı taşları olan hücrelerimiz oksijen ile kendini yeniler.
Tamamen açık bir diyafram (karın bölgemizde bir kas) nefesine sahip değilsek, sistemimize, yani vücudumuza bizim ihtiyaçlarımız doğrultusunda çalışabilmesi için, gerekli oksijeni, veremiyoruz demektir.
Bütün negatif düşüncelerimiz ve baskıladığımız duygularımız, hücre hafızalarımızda yoğun enerjiler olarak depolanır. Bu üzerinde birçok araştırma yapılmış ilginç bir gerçektir. Hayatımızda, travmatik ya da hoş olmayan bir şey olduğunda nefesimizi tutarız. Bilinçaltımız; o an için bizi, bu kötü gibi görünen olayın tesirinden korur. Bu; anlık olarak belki iyi bir şeymiş gibi gelebilir. Ancak, kısa bir an için bile olsa, nefesimizi tutmamız, o anın negatif enerjisinin hücre hafızasında depolanmasına yol açar. Bu kısılmış kalmış enerjilerin, hücre fonksiyonu ve sağlığımız üzerinde etkisi büyüktür. Bu da bilinçli yaşam deneyimimizi olumsuz yönde etkiler.
Bilinçli nefes, Elektro Manyetik Frekansımzı (EMF) çok yüksek bir seviyeye çeker. Bizler sadece etten, kemikten varlıklar olmadığımızı çok önceden beri biliyoruz. Ve artık hepimiz, zaman zaman inen, zaman zaman da çıkan bir enerji dalgalanmasıyla titreştiğimizin de farkındayız. İşte mevcut fizik yasaları doğrultusunda, bu düşük enerjiler, oksijenin yüksek vibrasyon enerjisine uyumlanıp, kalıcı olarak bizi dengede tutar. Bize sağlık ve dinginlik verir. Nasıl mı? Çok basit. Burnumuzdan çektiğimiz ve burnumuzdan verdiğimiz, farkında, bilinçli ve sakin nefeslerle…
Ağızdan nefes aldığımızda, ciğerlerimizin ön tarafına hızla hava dolmasına rağmen, sırtımıza ve alt karnımıza yeterli hava gitmez ve ciğerlerimiz tam olarak dolmaz. Oysa, nefesi burundan almak ve aldığımızın iki katı yavaş bir sürede vermek, PH’ı dengeler. Tüm vücudumuzun oksijenden faydalanmasına olanak sağlar. Oksijenle beslenen organlarımız tazelenir, dinçleşir. Başka bir ifadeyle yeniden sevildiklerini hissederler…
Diğer taraftan, bilinçaltımızı geçmişin yankılarından temizlemiş oluruz. Burundan alıp, burundan verdiğimiz ve diyaframı çalıştırdığımız nefes pratikleri sırasında, olumsuz düşünceler ve bastırılmış duygular, doğal ve pozitif hallerine dönüştürülür. Bu da daha fazla neşe, sevgi ve tümden bir iyi olma hali getirir. İnsanın kendinden memnun olma hissidir bu.
Yaşam içerisinde, kendi kendimize hep kararlar alıp, fakat kriz anlarında tekrar başa dönüyorsak ve teorik olarak çok iyi bildiğimiz halde, yaşananlar karşısında pozitif bir bakış açısı geliştirip, akışın getirdiklerine bir türlü uyum sağlayamıyorsak, bir anda öfkemize yenik düşüp, sonrasında pişmanlıklar yaşıyorsak, endişelerimiz ve varsayımlarımızla yaşamaktan bir türlü kurtulamıyorsak, kendimizi güvende hissetmek için zihnimiz çok fazla mesai yapıyorsa artık, sevmek yerine hep ne kadar sevilip sayıldığımıza odaklanıyorsak, kırılmamız an meselesiyse, yaşam enerjimiz sıkça inip çıkıyorsa, kısaca kendimizi kurban rolünde yakaladığımız anlar fazlalaştıysa, burun nefesi egzersizleri, EFT (duygusal özgürleşme tekniği) gibi, enerjimizi köklü bir şekilde dönüştürüp yükselten yöntemler bize çok iyi gelecektir.
Fakat hangi yöntemi uygularsak uygulayalım, emek, istikrar ve kararlılık içinde devam etmek, en yüksek verimi sağlayacaktır kuşkusuz.
Bu yöntemlerin içinde, karın (diyafram) nefesinin, sayısız yararları olduğu, bugün defalarca ispatlanmış bir gerçektir. Sadece ana başlıklarıyla bunları özetlersek eğer ;
Nefes; içten dışarıya doğru sağlığımızı geliştirir. Tüm iyileşme ve tedavi türlerini destekler.
Hastalık; zihin/bedenin bilince bir mesajıdır. Yani hastalık, önce zihinde başlar, Zihnimiz olumsuz düşünce üretmeye devam ettikçe de hastalık olarak ortaya çıkar ve bedende herhangi bir organla bize işaret verir ve bizim bilinç seviyemize göre ya ilerler ya da iyileşir. Bilinç; mesajı alıp anladığında, semptomlar aniden kaybolabilir.
Bilincin mesajı alması demek; konuyla ilgili ürettiğimiz olumsuz düşünceye odaklanıp, o düşünce yapımızı dönüştürmeyi sağlamaktır.
Önce mesajın hangi organdan geldiğine dikkatimizi vermek ve ne söylemek istediğini fark edebilmek çok önemlidir.
O rahatsızlıkla ilgili mesajı fark ettiğimizde, genellikle o durum hemen kaybolur.
Baş ağrımız geçer, mide ağrımız diner, ya da daha ciddi hastalıklar, kronik rahatsızlıklar da kaybolabilir.
Midemiz ağrıdığında hemen bir ağrı kesici almak yerine, ağrımızın sebebine odaklanmak daha kalıcı bir çözüm yaratacaktır. Yani o an neyi ve kimi kabullenmek istemediğimizi, hangi olayı hazmedemediğimiz için midemizin hazımsızlık yaşadığını ya da neye ve kime direnç gösterdiğimizi fark etmek gibi… Buna klasik öğrenmeden, yaratıcı öğrenmeye geçmek diyoruz.
Dışarıdan aldığımız tedaviler, kürler ve ilaçlar hastalığın semptomlarını bastırır sadece. Ya da şifacılardan aldığımız şifa da o an için bize iyi gelebilir. Fakat zihnimiz aynı türde düşünce üretmeye devam ettikçe, hastalık tekrar edebilir. Ya da bu kez başka bir organımızdan sinyal verebilir bize.
Hastalandığımız zaman tabii ki modern tıptan destek almalıyız. Tıp, oluşan semptomların tedavisi içindir ve zamanı geldiğinde gereklidir. Fakat daha öncesinde ve eşzamanlı olarak yapılan nefes egzersizleri, gevşeme teknikleri, gerginliklerimizin sebebine yönelik farkındalık çalışmaları, kökten iyileşmeyi, dinçliği, kaliteli ve yüksek yaşam enerjisini de beraberinde getirecektir.
Günde 10-15 dakikalık burun nefesi çalışması, bize; sağlıklı bir beden hediye eder.
Bedenimizle ve kendimizle daha derin bir iletişime geçeriz. Hayatı daha fark ederek yaşamaya başlarız.
Önce kendimizle, sonra da başkalarıyla olan ilişkilerimiz daha sağlıklı hale gelir.
Zira diğerleriyle olan iletişim kalitemiz, aslında kendimizle olan iletişim kalitemizin göstergesidir.
Kendimizi ne kadar çok olduğumuz gibi kabul ediyor, onaylıyor ve tüm seçimlerimizle seviyor ve hoş görüyorsak, diğer insanları da o oranda, o kadar kolay sever ve kabul ederiz.
Ve o oranda da kabul görürüz.
Hiçbir koşul öne sürmeden, beklentisizce birini sevebilmek iç barışımızın ilk adımıdır. Tıpkı çocuğumuzu ya da annemizi sever gibi…
Tabii önce kendimizden başlayarak. Zira kendini koşulsuzca sevemeyen, hiç kimseyi ve hiç bir varlığı sevemez.
İşte nefes, koşulsuz sevme yeteneğimizi de geliştirir.
İlişkilerimiz içten, güçlü ve doyumlu hale gelir.
Bu bakış açısı ve farkında nefesler ile canlı, dinamik, bereketli bir yaşamın yolu açılır.
Farkında olarak aldığımız her bir nefesle, bir ucu bizde, bir ucu sonsuz kaynakta olan “nefes köprüsü” kurulur. Ve O köprü ile varoluşun nefesine bağlanmak kendiliğinden mümkün hale gelir.
Kozmik bilinçle kurduğumuz bu sihirli nefes köprüsüyle,
her bir nefesini mucize hissiyle çeken,
ana kaynaktan doya doya beslenen,
bunun için müteşekkir olan,
her an bu farkındalığın daha çok tadını alan
ve düşlediği hayatı kuran kişi haline geliriz.
Ne mutlu her bir nefesini, fark ederek alıp verene
Ne mutlu hayal ettiğine, nefesiyle hayat verene…
Devam edecek …