Siz mutsuz olamazsınız. Çünkü sizin özünüz, doğanız, harcınız mutluluk. Eğer ki mutsuz olabiliyorsanız, içinizdeki bir parça anlaşılamadan, karanlığına hapsolmuş ve sizin onu görüp sarmalamanızı bekliyor demektir. Eğer mutlu hissetmiyorsanız kendinize şefkat göstermeyi hatırlamanız gerekiyor demektir.
İyi ama kim, kime şefkat gösterecek? Kimin şefkate ihtiyacı var? Hem ben kaç kişiyim? Eğer kendime ben şefkat göstereceksem, gösterebilseydim zaten göstermez miydim? Kendimden mi esirgeyeceğim?
Hepimiz hayatımızın farklı dönemlerinde takılı kalmış parçalarla, bölünmüş bir zihinle, kıyıda köşede unutulmuş nefeslerle ve sıkışmış, katılaşmış bir bedende yaşıyoruz. Bir çocuğa bakın: mutluluk onun için ne de kolay. Nefes almak ne kadar doğal. Bedeni ve zihni nasıl da esnek, yumuşak, ışıklı… Ama işte o mutlu çocuk, başa çıkamadığı bir acı yaşadığında ve incindiğinde aynı acıyı bir daha yaşamamak için kendince bir yol, bir strateji geliştiriyor. Çocuk; ihtiyaçları karşılanmadığında, sevilmediğinde, özgürlüğü elinden alındığında, içinden geldiği gibi hayata karışamadığında, cezalandırıldığında ya da ödülle koşullandırıldığında bulabildiği en uygun yolla, fikirle, davranışla, tepkiyle işini görmeye, ihtiyacını gidermeye çalışıyor.
Strateji demek; hele ki, tekrarlanıp kişiliğin bir parçası olmuş ise katılaşmak demek, akışkanlığını yitirmek ve hayatı, hazır cevaplarla yaşamak demek. Oysa hayat, hazır cevapları sevmez. Hayat muhakkak ki, bir gün ters köşeden gelir ve kalıpları yıkar. Çünkü hayat, hesap kitapla tümüyle öngörülemez ve sadece hesap kitapla lezzetine de varılamaz.
Ben; hayatın sınırlarını henüz yeterince bilmediğinden, içimdeki kim bilir hangi yaşımdaki şimdi önemsiz görünen bir meselede takılı kalmış; o küçük, masum çocuğa bugün nasıl olur da kızabilirim? Ona nasıl; ”yeter artık o yolu bir daha kullanma, bıktım, istemiyorum” diye hayıflanabilirim? Onun elinde, o zaman onu kurtaracak, bildiği ne vardı ki?
O zavallı çocuk, benim egom, nefsim, geçmişim, zihnim. Şefkat görmeye ihtiyacı olan, anlaşılmaya, sevilmeye, başının okşanmasına ihtiyacı olan da o.
Ama bir dakika, nefsi terbiye etmek gerekmiyor muydu?
İyi de terbiyeden anladığınız sopa mı sadece? Zorla güzellik oluyor mu? İttirdiğin her şey, sana tepki biriktirip karşına yeniden ve daha güçlenmiş olarak çıkmıyor mu? Nefs niye bunun istisnası olsun ki? Hem hiçbir şeyi kırbaçla terbiye edemezsiniz ki, çok çok ruhunu çalarsınız.
Gerçekte sadece bir tek terbiye yolu vardır; şefkat.
O şefkat ortaya nasıl mı çıkacak?
“Nefsini bilen Rabbini bilir.”
Nefsini bilen öğretmenini bilir. En cahil halinde, acısıyla baş etmek için yarattı insan onu. Cehaleti sev diyemem elbet. Belki cehaletin aslında ne işe yaradığını gör derim. Ama cahile de zulmetme. Nefsine zulmetme, nefsini yok sayma, görmezden gelme; nefsinle çalış. Onu ne aç bırak, kırbaçla ne de obur ol, yoldan çıkar. Bu, denge kurmak demektir. O dengede her şey netleşir ve tam yerini bulur.
Önce nefsini hiç yargılamadan, kötülemeden, görmezden gelmeden, ondan kaçmadan ve onunla savaşmadan onu göreceksin, anlayacaksın. Neden böyle olduğunu idrak ve takdir edeceksin. O sana düşmanlık etmedi ki hiç. Daima seni kolladı, bildikleri nispetinde sana yardımcı olmaya çalıştı. Sen niye ona dostluk gösteremeyesin?
Gör onu. Senin istediğine engel olduğunda ve istemediklerini ısrarla yaratıp önüne koyduğunda dinle onu. Ne yapmaya çalışıyor?
Misal sen bir eş diliyorsun ve yalnız mısın?
Belki o küçücük çocuk, ilişki denen şeyin bir acı yumağı olduğunu gördü ve kendini (ve dolayısıyla seni hala) korumaya çalışıyor. Belki ilişki istediğin gibi olmazsa aynen annen ya da baban gibi çok acı çekeceğini düşünüyor.
Belki de tam tersi istediğin gibi olursa asıl acıyı o zaman çekeceğini çünkü eşinin sevgisini garanti edemeyeceğini, onu elde tutamayacağını ya da onu memnun etmeye çalışırken kendi özgürlüğünü, rahatını, gerçekliğini ve özgünlüğünü kaybedeceğini filan düşünüyor.
Belki de birine kendini sevdirmek için çok uğraşman gerekeceğini ve asla yetmeyeceğini düşünüyor. Belki kıyaslandığın bir başkasından (misal kardeşinden) asla daha iyi olamamaktan korkuyor.
Belki bir sebepten kendisini suçladı ve acısını hafifletmek için kendini cezalandırıyor, kefaret ödüyor. Bu kefareti (de ki, adı yalnız kalmak olsun) yaşamak zorunda olmanın kendisinden alınması, onu katlanılamaz derecede “kötü” ve suçlu yapıyor.
Belki bir reddedilmenin acısını yaşamamak adına değersiz olduğunu kabul etmek daha acısız görünüyor.
Belki de birine kalbini açarsa incitileceğinden korkuyor.
Belki birine bağlanırsa artık daha iyisini (hatta belki büyük bir aşkı filan) yaşama şansı kalmayacağını düşünüyor.
.
Belki ilişkinin, ondan kendi alanını ve özgürlüğünü çaldığına hükmetti.
Belki kötü, yetersiz, beceriksiz vs. biri olduğuna inandı ve eşi de olsa bir başkasının onun bu halini görmesi fikri çok korkutucu.
Belki kadın ya da erkek olmanın çok sorumluluk demek olduğuna, dert olduğuna hükmetti ve kendini reddetmeyi seçti.
Belki o, belki öbürü, belki bambaşkası…
Bu ihtimallerden herhangi birinin veya bunlara benzer masumane başka bir ihtimalin senin için geçerli olduğunu sezdiğinde, bir eşi senin hayatının dışında tutan nefsine kızabilir misin hâlâ?
Misal nefsin yine çok masumane bir sebepten parayı, bolluğu, bereketi hayatının dışında tutmaya çabalıyorsa yine kızabilir misin ona? Peki kendi yolunda yürümene engel olan herhangi saçma bir takıntı sebebiyle savaşır mısın onunla?
İnsan, şiddetle ve hiddetle savaşıyor ve insan, nefsi ile şefkat içermeyen her savaşını kaybediyor. İnsan kaybettikçe daha da hiddetleniyor ve böyle böyle kendi kuyruğunun peşinde dönüp duruyor. Kendine bunca kızarken, insanın kendine şefkat göstermesi de zordur elbette. Ama sen kendine şefkat gösteremeyişin için de kendine şefkat göster ki, buraya da takılıp kalma.
Anlayış, sana bahşedilmiş olan aklın ve kalbin yoludur. Anlayış, sende hep mevcut olan dehanın yoludur. O halde anlamaya çalış. Mümkünse tüm aklın ve de tüm kalbinle…
Dehayı takdir edebilmek için de deha gerekir. O yüzden dehayı takdir, dahilik göstergesidir. Sanırım Tanrı, engin anlayışının takdiri için ve takdir ettikçe o anlayışa eriyebildiğimiz için bizi çok seviyor.