Önce önyargılardan vurur hayat. Önyargılarınca ayaklarına bağlanır çeşit çeşit prangalar. Ve önyargılarınca önüne örülür kalın duvarlar. Önyargılarla tükenir sevgiler. Sen öngörü olduğunu sanırsın önündeki dev önyargı duvarını gören parlak gözlerinle. Senin özünü sevenler, sana iyi niyetle yaklaşsalar bile duvarların tokat gibi çarpıverir yüzlerine. Onları da seversin aslında ama duvarı aşamadıklarını düşünürsün. Acırsın onlara bir yandan. Duvarları kendin ördüğün aklına bile gelmeden, onlara duvarları aşamadıkları için acırsın. Ve uçacağın günü beklersin duvarlarına tuğlalar örerken …
Küçük bir bahçe hikayesi bu. İçinde her çeşit bitkinin, canlının ve hayallerin yaşadığı, dönüştüğü canlı bir hikaye. Vanilya gibi tatlı, hafif buruk kokulu.
Her birimiz gibi… Varoluşta sıradan bir gece gibi…
Gecenin kesif sessizliği içinde cırcır böceklerinin aşk şarkısı, ateş böceklerinin sevgi dansı sürerken, 3600 yıllık döngünün sonuna yaklaştı dünya bahçesi. Kelebek insanlar sabırsızlanarak kozalarında bekliyorlardı. Haberci arılar göklerden her ırkın bilgilerini taşırken, yıldız çiçekleri anlam tohumlarını dölleyerek yükselişi tüm bahçeye tekrar tekrar fısıldıyorlardı. Ancak en özel olanlar fısıltıları duyabilirdi. Geri kalanlar kulaktan dolma bilgilerleydi… Ama umut, kozaya tahammül demekti.
-Duyuyor musun şeytanın şarkısını?
İlerdeki koza merakla yanıtladı:
-Şeytanın şarkısı mı?
-Evet, evet! Ailem anlattı Cırcır böcekleri bu ritmik sesleri ayaklarını birbirine sürterek çıkarıyorlarmış. Ve Büyük büyük büyük annem doğamadan kozası bir cırcır böceğinin kıvılcımında yanmış. Büyük pembe kanatları zarar gördüğü için uçamamış. Büyük büyük büyükbabam bu nedenle asla cırcır böceklerine yaklaşmayın, onlar şeytan demişti. Onları ve soylarını asla affetmem.
-Her cırcır böceği mi kötü?
-Evet ,evet asla onları dinlemiyorum ben. Zaman yaklaştı, hissediyorum. Yakında bu kozadan çıkıp bahçeden zevkle uçaçağım. Bunu biliyorum, hissediyorum! Büyük, pembe kanatlarım olacak benim. Asla maviler ve diğerleri gibi olmayacağım.
-Senin için çok sevindim. Eminim çok güzel olacaksın. Ama sanırım ben bir maviyim…
-Bu çok korkunç! İlkel maviler zamanında pembelere ve hatta tüm kelebeklere çok zarar vermişler. Bu nedenle ben kozamı kalın ördüm. Hala da örüyorum. Bana zarar vermemeleri için. Çünkü ben bir kraliyet kelebeğiyim. Bu nedenle yanımda sıradan bir mavinin olması çok tehlikeli. Ama sen iyi birine benziyorsun. Benimle uçmak ister misin?
-Tabii ki isterim… Geçmişte mavilerin yaptıkları için üzgünüm. Yol arkadaşın olmayı çok isterim. Ben de sıradan bir mavi değilim aslında. Ben de çok özelim. Ama benim kozam seninki kadar kalın değil. Cırcır böceklerini umursama, ateş böceklerini de. Zamanı gelince hepimiz uçacağız nasılsa.
-Hayır! Onlar kalacaklar! Kötü onlar. Tıpkı senin savaşçı mavilerin gibi…
-Kim demiş?
-Ben bir kraliyet kelebeğiyim. İçgüdülerim öyle söylüyor. Sen bilemezsin. Göklerden direkt bağlantım var.
-Benim de içgüdülerim var. Ama bunu söylemiyor.
-Bak işte yine o şeytani sesler geliyor! Senin yüzünden bana zarar verecekler!
-Benim arkamdaki ağaçtalar. Kozam ince olduğu için onları görebiliyorum.
-İşte maviler hep onlardan oldu zaten! Seninle birleşip beni yakmak istiyorlar! Senin yanında olduğum için seni önemli biri sandılar! Kurtul artık şu bağlarından. Seni egosu büyük mavi! Seninle uçacağım için kendini benimle denk mi sandın yoksa?
Pembe de çok özel ve çok güzeldi elbet… Mavi bunu da biliyordu. Pembeyi daha fazla ürkütmemek adına gecenin uyaklı sözlerine küçük bir virgül olup uykuya daldı. Pembenin de kalın kozasından bir gün çıkabilmesini diledi yalnızca…
Kanatlarını gururla açıp, mutlulukla özlediği anlamlara uçmayı diledi. Tüm iyilerle birlikte…