Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Suçu Ne Yarattı

Suçu Ne Yarattı

 Suçu Ne Yarattı – Genetik, Psikolojik Ve Toplumsal Anlamda Kısa Bir Değerlendirme

24 Ocak 2019 tarihinde çağımızın popüler online dizi ve film platformu olan Netflix film tadında bir belgesel yayınladı. Belgeselin ismi: “Bir Katilin İfadeleri: Ted Bundy” idi. Bu belgesel literatüre “Seri Katil” tanımını sokan Bundy’i tekrardan gündeme getirdi. Peki, katilleri toplum mu yaratıyordu, genleri mi yoksa sadece psikolojik rahatsızlıkları mı buna sebep oluyordu? Konuya girmeden önce Ted Bundy kimdir ona bir bakalım.

Thedore Robert Bundy Amerikalı seri katil ve tecavüzcüdür. 1974 ve 1978 yılları arasında, ABD’nin çeşitli yerlerinde çok sayıda genç kadını öldürmüştür. Kurbanlarının kesin sayısı tam olarak bilinmeyen Bundy, 10 yılı aşkın inkâr süreci sonunda, 30’dan fazla cinayet işlediğini itiraf etmiştir. Bundy psikoloji mezunu olup, ayrıca hukuk öğrencisiydi. Eğitimli, kültürlü, kibar, yakışıklı yani dışarıdan bakıldığında kendisinde katil imajına uyan hiçbir ipucu yoktu. Dışarıdan gayet normal gözüken bu adamın aslında bir cani olabileceği kimin aklına gelirdi! Belgeselde Bundy’nin annesi onun gayet normal bir çocuk olduğunu iddia ediyor, hatta onu tanıyan komşuları da aynı ifadeyi veriyordu. Gayet normal, iyi giyimli, yakışıklı ve eğitimli. Yaptıklarına kimse inanamamıştı. Onu yargılayan hâkim Edward Cowart, Bundy’nin zeki bir avukat olabileceğinden dem vurmuş onun bu şekilde kendini heba ettiğini düşünmüştür. Kendisini idama mahkûm ederken ona şu sözleri söylemiştir: “İdamınıza karar verilmiştir, ölene kadar vücudunuza mevcut sistemle elektrik verilecektir. Genç adam, kendinize iyi bakın. Bunu samimi olarak söylüyorum. Şu anda yaşadığımız gibi, bu mahkeme salonunda insanlığın tamamiyle heba edildiğine tanık olmak bu salondakiler için trajedidir. Zeki, genç bir adamsınız. İyi bir avukat olabilirdiniz. Arkamda çalıştığınızı görmek beni mutlu ederdi. Fakat ortak, yanlış yoldan gittiniz. Size karşı düşmanlık beslemiyorum, bunu bilmenizi isterim. Kendinize iyi bakın. “

Seri katil olarak, Bundy benzersiz miydi?

Bundy özellikle çok ilginçti. Pek çok kişi, sabıka kaydı olmayan psikoloji mezunu, temiz bir hukuk öğrencisinin onlarca cinayetten nasıl sorumlu olduğunu merak etti. Bundy ayrıca kolluk kuvvetlerinden de kaçabildi. Tutuklandı, bir cinayet suçlamasıyla hapsedildi ve sonra kaçtı hem de iki kez! Davanın gerçekleri büyüleyici olsa da, Psikolog Thomas Widiger, Bundy’nin seri katil olma konusunda benzersiz olmadığını söylüyor. Widiger, Bundy için “Çoğunlukla duygusal olarak istikrarlıydı. Psikopatların ortak özelliği, aldatıcı olma kabiliyetidir.” Psikopati literatüründeki klasik ifade ile “Aklı başında bir maske takmalarıdır,” demiştir.  Netflix belgeselinin dördüncü bölümünde Bundy’nin avukatı Polly Nelson, “Durumunda bir sorun olarak kullanabileceğimiz zihinsel bir hastalığını bulmayı umuyorduk,” demiştir. Bu yüzden şiddet davranışları gösteren erkeklerin beyin kimyasını anlama konusunda uzmanlaşmış bir psikiyatrist  olan Dorothy Lewis’e başvurmuşlardır. Dr. Lewis incelemesi boyunca Bundy’nin akli melekelerinin düzgün olduğu konusunda ısrar etmiştir.  Fakat daha sonra 73 psikologtan oluşan bir grup, 2007’de Ted Bundy’nin zihin sağlığını incelemek için Kentucky Üniversitesi’nde bir araya gelmiş ve neredeyse hepsi Bundy’nin Antisosyal Kişilik Bozukluğu’ndan (ASPD) muzdarip olduğu konusunda anlaşmışlardır. (Amerikan Psikiyatri Birliği’ne göre ASPD bozukluğundan muzdarip olan kişiler; egosantrizm, toplumsal kurallara uymama, empati eksikliği, karşılıklı ilişki kurmada problem yaşama, genellikle korkutarak ya da kontrol kurarak ilişki kurma ve manipülasyon yapma gibi özelliklere sahiptir. ) Ayrıca Bundy işlediği cinayetleri itiraf ederken, bir sesin ona bunu yaptırdığını iddia etmiştir. İtirafını almak isteyen yetkili cinayetleri ona itiraf ettiremeyince, aklına üçüncü kişinin ağzından anlattırma fikri aklına gelmiş, ardından Bundy’i bu konuda ikna etmiş ve başarılı da olmuştur. Bundy itirafı sırasında cinayetleri üçüncü tekil kişinin ağzından sanki kendi yapmamış gibi ona anlatmıştır. Ona göre bir ses (buna yetkililer entity(varlık) adını vermişlerdir) ona kadınları öldürmesi gerektiğini söylemiş, hatta yapmazsa ona kızmıştır. Bu durumu inceleyen ruh sağlığı uzmanları şizofreni olup olmadığını araştırmışlar, fakat sonuç negatif çıkmıştır. Bunun üzerine antisosyal kişilik bozukluğuna sahip insanların bu şekilde bir varlık yaratarak, sorumluluklarından kaçabileceklerini ifade etmişlerdir. Bundy’nin bu durumuna enerjetik anlamda bakarsak Bundy’nin bir varlığın etkisi altında kalabilmiş olabileceği veya tıpkı ruh sağlığı uzmanlarının dile getirdiği gibi, kendi suçunu enerji dünyasında bir varlık yaratarak oatması pekâlâ mümkün olabilir. Çünkü bizler karşılayamadığımız enerji ihtiyacını çarpık bir şekilde karşılama eğilimi içerisine girebiliriz. Hatta bunu gayet normal olarak nitelendirebiliriz. Bunun haricinde bağımlılıklar da tıpkı bu enerjetik ihtiyaç ilişkisinin bir başka versiyonu olarak şekillenmektedir. Örneğin; sigara bağımlısı olan bir kişi sigarayı genellikle duygusal anlamda ihtiyacını karşılamak için içer. Duygular da birer enerjidir.

Ruh sağlığı uzmanları Bundy’i ayrıca başka ruhsal rahatsızlıklar bakımından da değerlendirmişlerdir. Bunlardan biri ise psikopatidir. Psikolog Hervey Cleckley, “Psikopati Kontrol Listesi” ile bu hastalığının özelliklerini sıralamıştır. Bunlar: çekicilik, samimiyetsizlik, yetersiz motive edilmiş antisosyal davranış, patolojik bencillik, pişmanlık ve utanma eksikliği, bir yaşam planını takip edememe ve daha fazlası… Klinik ve adli psikolog Darrel Turner’a göre, Ted Bundy temelde “prototipik” bir psikopatın özelliklerini taşımaktadır. Çekiciliğini kadınları kendisine yardım etmesi ve arabasına binmesi için kullanan, hatta mahkemede evlilik teklif edecek kadar ileri giden, birçok kadın hayranı tarafından cezaevinde bile evlilik teklifleri alan bu katil adamın psikopatik eğilimler gösterdiği söylenebilir. Bundy’nin bir diğer psikolojik değerlendirmesi ise Kentucky Üniversitesi’ndeki psikologlar tarafından yapıldı. Bu psikologların yaklaşık %95’i Ted Bundy’nin ayrıca DSM-5’teki(Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı) narsisistik kişilik bozukluğu belirtileri de gösterdiğine inanmaktalar. (Narsisistik kişilik bozukluğuna sahip olan insanlarda; başkalarının onayına dayalı olarak kendi özsaygısını belirleme, başkalarının ihtiyaçlarını ve duygularını tanıma becerisindeki zayıflık, büyük ölçüde yüzeysel ilişki kurma, yetki ve üstünlük duyguları, başkalarının dikkatini çekmek için aşırı girişimlerde bulunma, hayranlık arama gibi özellikler bulunmaktadır.)

Bazı ruh sağlığı uzmanları suç davranışlarını direkt akıl hastalığına bağlamanın akıl hastaları hakkında zararlı genellemeler yarattığını iddia ettiler. ABD’de, Zihinsel Hastalıklar Ulusal İttifakı’na göre zihinsel hastalık yaşayan 43,8 milyon yetişkin var, fakat bu kişilerin büyük çoğunluğu şiddet içeren davranışlarda bulunmuyor . Ancak Bundy hakkındaki incelemeler ve belgeseldeki bilgilere dayanarak zihinsel sağlığı hakkında bildiklerimiz dışında suç konusu bizi bir başka sorgulamalara itiyor: Suçu toplum mu yaratıyor?

Suçu toplum yaratabilir mi?

Suçu toplum hazırlar, suçlu işler.” Henry Thomas Buckle

Sosyolojinin kurucularından Fransız sosyolog Emile Durkheim, 1897’de tamamen psikolojik bir sorun olarak görülen intiharın aslında  toplumsal bir fenomen olarak ele alınabileceğini savunmuş ve yıllardır psikolojik bir problem olarak görülen intiharın aslında toplumsal olabileceği konusundaki ilk ışığı yakmıştır. Durkheim, intihar oranlarının her toplumda aynı olmadığını ve eşit bir şekilde dağılmadığını söylemiştir. Ona göre toplumsal yapı ve kültürel faktörler bu riski arttırabilir ya da azaltabilir.  Durkheim, monografik çalışmalarına dayanarak intiharı, “yaşamın hayati bağının çöküşü” açısından öncelikle sosyal bir fenomen olarak nitelendirmiştir. Durkheim, 1897’de yayınlanan “Le Suicide (İntihar)” adlı klasik çalışmasında, ne kalıtımın ne iklimin ne yoksulluğun ne de mutsuz aşkın intiharı yeterli bir şekilde açıklayamayacağını savunmuştur. Durkheim’a göre intihar, kişisel bir eylem değildir. Birey veya süper bireyin üstünde olan bazı güçlerden kaynaklanır. Birçok doktor ve psikolog, intihar eden insanların patolojik bir durumda olduğu düşünür, ancak Durkheim intiharı belirleyen gücün psikolojik değil, sosyal olduğunu vurgulamaktadır. İntiharın sosyal örgütsüzleşmenin, sosyal bütünleşme veya sosyal dayanışma eksikliğinin bir sonucu olduğu savunmuş ve intiharı 4 ana grupta toplamıştır: Egoist (Bencil), Altruist (Elcil), Anomik (Kuralsızlık) ve Fatalist (Kaderci). Kısaca hepsini açıklarsak: Egoist intihar; bir insan sosyal olarak tecrit edildiğinde veya toplumda yeri olmadığını hissettiğinde ortaya çıkan intihar türüdür.  Anomik (Kuralsızlık) intihar; kişinin içinde bulunduğu toplum ve onun kuralları ile bütünleşememesi sonucu oluşan intihardır. Altruist (Elcil) intihar; egoist intiharın tam zıddıdır. Kişinin toplum ile bağının çok güçlü olmasından kaynaklanır. Burada kişi normları gereği intihar etmektedir. Bu intihar türünde kendini öldüren kişi, toplumsal bir ödevi yerine getirmek amacıyla bu eylemi gerçekleştirir. Örneğin; harakiri yapan samuraylar gibi. Fatalist(Kaderci) intihar ise; anomik intiharın zıddıdır; bireyin üzerinde baskı yapan kuralların katılığından kaynaklanır. Durkheim buna köleleri örnek verir.

İstikrarlı bir toplumda insanlar aşağı yukarı neler olabileceğini kestirir ve beklentilerini de ona göre ayarlar. Ekonomik ya da siyasi politikalardaki ani olumsuz bir değişiklik sınırları ortadan kaldırır. İyi ve kötünün ne olduğu konusundaki doğrular muğlaklaşır ve geleneksel davranış kalıpları yol gösterici olmaktan çıkar. Örneğin; işsiz kalan kişinin evini, kendisini ve ailesini yakması gibi… Boşanmaların yüksek ya da kolay olduğu ülkelerde, anomik intihar oranının yüksek olduğu ifade edilmektedir. Evet, bir anlamda mensup olduğumuz toplumun sosyo-ekonomik, siyasal ve kültürel koşullarının da buna etken olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin; son dönemde hepimizin yüreğini burkan ve özellikle sosyal medyada geniş yer bulan Emine Bulut cinayetini dikkate aldığımızda katilin sadece psikolojik yönünü değerlendirmeye almak ne kadar sağlıklıdır? Türkiye gibi ataerkil ve geleneklerine bağlı bir toplumun bunda ne kadar rolü vardır? Hepimiz; “Kadının yeri evidir.”, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.”, “Kızını dövmeyen dizini döver.” gibi söylemleri duyduk. Özellikle İslami gelenek adı altında kadına yapılan baskı erkek şiddetini daha da tetikler hale geldi. Gerek ailevi politikalar, gerek siyasilerin söylemleri de bunda etkili oldu. Fakat sadece toplumu suçlamak elbette yeterli değildir. Bu seri katillerin çoğu, sosyal çevreleri ya da kendi ailelerinde bir şekilde şiddet ve taciz gibi geçmişe sahipler. Bu şekilde bir ortamda büyüyen çocukların nefret ve değersiz hissetme gibi duyguları yaşamaları sonucunda, ileride normatif kurallara aykırı davranmaları beklenebilir. Her ne kadar Durkheim’in intihar teorisi, biyolojik veya kişisel faktörlerden ziyade sosyal olgunun bireyin üzerinde yaratmış olduğu etkinin anlaşılmasına büyük katkı sağlamış olsa da; teorinin ana dezavantajı, sadece bir faktöre yani sosyal faktöre çok fazla önem vermiş olmasıdır. Diğer faktörleri unutmuş veya baltalamış, böylece teorisini kusurlu ve tek taraflı bırakmıştır. Ama en azından toplumun da bu işte parmağı olduğu konusunda bilim dünyasına bir görü sağlamıştır.

Son zamanlarda başka bir sosyolog grubu Durkheim’in intihar yaklaşımını temel alarak bunu seri cinayetleri açıklamada kullanmışlardır. Bunlardan bazıları olan James DeFronzo ve meslektaşları, kültürel ve yapısal değişkenlerin “erkek seri katil aktivitesi” oranındaki değişimleri Amerika’daki eyaletler temelinde sorgulamışlardır. Cinayet sayısı 1970’ten 1992’ye kadar California’da %10,3’lük bir orana sahipken, Texas’da %7, New York’da %6.3, Illinois’de %6.1, Ohio’da %3.7 ve Pennsylvania’da %3.4 oranına sahip olduğunu bulgulamışlardır. Çalışmaları ile nüfus yoğunluğu büyük, kentsel ve yoğun şehirlerin daha fazla potansiyel mağdur sunduğunu, bireylerin kırılganlığını artıran değişkenlerin de (boşanmış, yalnız yaşayan ve işsiz) bu konuda etkili olduğunu bulgulamışlardır.  Ayrıca üstüne şiddet davranışlarını engellemeye yetmeyen kültürel ve hukuki normlar eklendiğinde, seri katilin fantezilerini şekillendirmeye bir şekilde katkıda bulunabileceğini iddia etmişlerdir. Bu gibi yetersiz ve eksik hukuki yaptırımların, potansiyel mağdurları nesnelleştirmeye ve insanlıktan çıkarmaya neden olabileceğini söyleyebiliriz. Ülkemizde de bunun örneklerini sık sık görüyoruz ne yazık ki!

Bir diğer sosyolog Alice Miller, Doğu Amerika’da büyük bir şehrin slum alanı(gecekondu alanı) içindeki gençlik çetelerinin kapsamlı ve deneysel araştırmalarını yapmıştır. Bu çalışmasında çete üyelerinin suç davranışlarındaki en önemli nedenin, alt sınıf mensuplarının değer yargılarına ve davranış normlarına göre yön tayin etme girişimleri olduğunu iddia etmiştir. Yani tezin hareket noktası, Amerikan toplumunda orta sınıf kültürel sistemi yanında, alt sınıfın kendine özgü bir kültürel sisteminin bulunmasıdır. Bir başka sosyolojik değerlendirme Şikago Okulu (1982 yılında Şikago Üniversitesinde kurulan sosyoloji bölümü, 20’nci yüzyılın ortalarına kadar “Şikago Okulu” adı altında sosyoloji konusunda en etkili kuruluşlardan birisi olmuştur.) tarafından yapılmıştır. Şikago Okulu suç konusundaki araştırmalarında iki yöntemi kullanmıştır: Bunlardan biri; suç istatistikleri ve nüfus sayımları gibi istatistiki değerlerden yararlanmak olmuş, ikincisi ise; bireyin yaşam öyküsünü araştırmak olmuştur. Araştırmalarında yoksulluğun ve yüksek suç oranının bulunduğu bölgelerin suça daha elverişli olduğunu keşfetmişlerdir. Yaşam öyküsü çalışmaları ise, ekolojik bölgelerin sosyal yaşam üzerindeki etkilerini açıklama yönünden önem taşımıştır. Nitekim bu araştırmalar, özellikle büyük şehir yaşamının birbirini tanımayan insanlar arasında akrabalık ve dostluk ilişkilerini zayıflattığı ve bir makine gibi yürüttüğü sonucuna varmışlardır. İşte bu sosyal ilişkilerin zayıflaması ve makineleşmesi ise, sosyal desorganizasyona(sosyal mekanizmaların parçalanması ve dağılması) bunun da suça ittiği kanısına varmışlardır.

Sosyolojik yaklaşımlara baktığımızda genel olarak sınıfsal farklılıkların insanları suça ittiğini savunduklarını görürüz. Dünyada eşitlikten söz edemeyiz, bu sebeple toplumsal statü yani içinde bulundukları ekonomik, kültürel durum insanların buna meyletmesine neden olabilir. Fakat bu demek değildir ki, üst tabakadaki biri suç işlemez. Bireyin sosyal çevresi ve psikolojik geçmişi de bunun şekillenmesinde etkilidir. Şiddetle büyüyen bir çocuğun ister üst ister alt tabakada yer alsın, ileride insan ilişkilerini sağlıklı kurma konusunda problem yaşayabileceğini öngörebiliriz. Araştırmalar da bireyin davranışlarının şekillenmesinde sosyal çevreyi ve psikolojik geçmişi değişken olarak kabul etmişlerdir.

Suç, insanoğlunun var oluşu ile birlikte ortaya çıkmış ve insan var olduğu sürece varlığını sürdürecek bir kavramdır. Suç bu anlamda sadece bireysel değil, toplumsaldır da. Toplum da buna sebep olabilir ama olmasa bile en azından topluma etkisi olabilir. Çünkü suç sadece kişiyi ve yakın çevresini etkilemez, tüm toplumu etkiler. Yazımda da bahsettiğim Emine Bulut olayı toplumumuzda geniş yankı bulmuştur. Bu sebeple suçun oluşumunda sosyolojik, ekonomik, biyolojik, psikolojik, politik veya kültürel pek çok faktör sorumludur.  Yani sadece toplumsal demek bizim için yeterli olmayacaktır. Burada aklımıza hemen Habil ve Kabil olayını getirebiliriz. Kabil kıskandığı için kardeşi Habil’i öldürmüştür. Buna ilk cinayet diyebilir miyiz? Tabi ki diyebiliriz. Fakat o zamanda bir toplumdan bahsedebilir miyiz? Bahsedemeyiz. O halde direkt toplum demek mümkün değildir. Direkt toplum ve psikoloji değilse; belki de genlerimiz buna sebeptir. Şimdide genetik açıdan bu konuyu değerlendirelim.

Acaba genlerimiz bizi katil yapar mı?

“Ben ailenin yüzüyüm. Et çürür, ben yaşamayı sürdürürüm. Çağlar boyunca özellikleri ve izleri yansıtırım. Ve yitip gitmeden, oradan oraya atlarım.” Thomas Hardy

Katil İncil’ini okudu. Çok sarhoştu. 2006 yılının sonbaharında Bradley Waldroup Tennessee’nin kırsal kesiminde kalan evine doğru elinde 22 kalibre av tüfeğiyle yürüyordu. Ayrıldığı eşinin arkadaşı Leslie Bradshaw, Waldeoup’un eşi ve dört çocuğunu arabasıyla evine bırakmaya gelmişti. Dışarıda bekleyen Waldroup, karısıyla tartışmaya başladı. O sırada arkadaşı Brashaw arabadaki çocukları indirmeye çalışıyordu. Derken birden kontrolünü kaybeden Waldroup, Brashaw’a 8 el ateş etti ve onu öldürdü. Ardından elindeki bıçağı onun kafasını açmaya çalıştı. Bunu gören karısı kaçmaya başladı. Karısının kaçtığını gören Waldroup onu yakaladı ve çocuklarına “Annenize veda edin, bu onu son görüşünüz,” dedi. Fakat karısı bir şekilde elinden kurtulmayı başardı. Bu olaydan tam üç yıl sonra Waldroup yakalandı ve her şeyi itiraf etti. “Yaptığım hiçbir şey ile gurur duymuyorum,” diye de ekledi. Ardından idam cezasına çarptırıldı. Ama işin ilginç tarafı Waldroup’un avukatları onun hayatını kurtarmak için uğraştı. Bunun için Nashville’deki Vanderbilt Üniversitesi’nin moleküler genetik laboratuvarına, Waldroup’un kanından bir örnek gönderdiler. İddialarına göre, Waldroup’un cinayet işlemesine genleri sebep olmuştu. Laboratuvar teknisyenlerine belirli bir gene bakmaları söylediler. Bu testin sonucuna göre, Waldroup’un X kromozomunda, Monoamin Oksidaz-A (MAOA) enzimini doğru kodlamayan genetik bir değişken olduğunu bulguladılar. MAOA’nın görevi, dopamin ve serotonin gibi kritik nörotransmiterleri (Nörotransmiterler nöronlar arasında veya bir nöron ile başka bir hücre arasında iletişimi sağlayan kimyasallardır.) parçalamaktır. Eğer bu işlemi düzgün yapamazsa, dürtü kontrolü kaybına neden olan güçlü kimyasalların beyinde birikmesine neden olabilir. Sonucunda ise, kişide öfke ve şiddet gösterme eğiliminde artış gözlenebilir. Waldroup’un avukatlarının iddiası da işte tam da bu yöndeydi.  Yani tüm suç genlerinindi!

Takip eden yıllarda, bilim adamları öfke ve şiddet eğiliminin yüksek olduğu insanlarda bu durumun yetiştirilme tarzlarından mı, yoksa genlerinin mi etkili olduğu konusunda çalışmalara başladılar. MAOA geni de bu çalışmalarının en temel değişkeniydi. Bilim adamları şiddet içeren davranışlarla ilişkilendirdikleri MAOA genine daha sonra “savaşçı gen” (warrior gene) adını verdiler. Özellikle son yıllarda yapılan araştırmalarda bu gen, insanlarda şiddet ve saldırganlık unsurunu tetikleyen başlıca faktör olarak görülmeye başlandı. Bu öyle enteresan bir gendi ki, sadece anneden çocuğa geçebilirdi. Fakat kız çocukları, erkek çocuklarına göre bu gene karşı daha dirençli doğuyorlardı. Yani kadınlarda çok daha az görülüyordu.  Adli bilimler uzmanı Prof. Dr. Sevil Atasoy’un yaptığı çarpıcı açıklama şiddet ile MAOA geni arasındaki ilişkiyi tekrardan gündeme getirdi. Atasoy ilgiyle takip edilen konuşmasında şu sözlere yer verdi:  “Saldırgan davranışta bulunanların büyük bir bölümü, küçükken anne ya da babasından dayak yediğini söylemiştir. Ancak, aynı ortamda yetiştikleri ve aynı biçimde örselendikleri halde, kardeşlerden birinin bu durumdan hiç etkilenmediği de bilinir. Çünkü bunun bir genetik nedeni bulunuyor. MAOA adlı genin farklı biçimleri var. Bunlardan birini taşıyan çocuk, dayak yerse, ileride şiddet gösteriyor. Taşımayan ise dayaktan etkilenmiyor. Gen, X kromozomu üzerinde. Yani, çocuğun kız mı erkek mi olacağını baba belirlerken, şiddet gösterme riski taşıyıp taşımayacağına anne karar veriyor. MAOA geni öylesine önemli ki; bırakın şiddeti, kredi kartı borcu, ya da siyasi tercihi bile etkilediği gösterilmiştir.”

Genlerin özellikle MAOA geninin suç işlememize neden olduğu yönünde ilginç bir mahkeme kararı bu konuda bizi tekrardan düşündürtüyor. 1993’ten beri İtalya’da yaşayan Cezayirli bir vatandaş olan Abdelmalek Bayout, 2007’de 10 Mart’ta Walter Felipe Novoa Perez’i bıçaklayıp öldürdüğünü itiraf etti. Duruşma sırasında, Bayout’un avukatı Tania Cattarossi, mahkemeden müvekkilinin akıl hastası olabileceğini dikkate alınmasını istedi. Yargıç Paolo Alessio Vernì, üç psikiyatrik raporu göz önünde bulundurduktan sonra, kısmen Bayout’un psikiyatrik hastalığının hafifletici bir faktör olduğu konusunda hemfikir oldu ve Bayout’u 9 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırdı. Ancak, bu yılın Mayıs ayında yapılan temyiz duruşmasında Trieste Temyiz Mahkemesi hâkimi Pier Valerio Reinotti, yeni bir bağımsız rapor istedi. Yeni rapor için, İtalya Pisa Üniversitesi’nde moleküler bir sinirbilimci olan Pietro Pietrini ve Padova Üniversitesi’nde bilişsel bir sinirbilimci olan Giuseppe Sartori, Bayout’a bir dizi test yaptı. Bayout’un beyin görüntüleme taramalarında ve beş geninde anormallik tespit ettiler. Buna şiddet içeren davranışlarla bağlantılı MAOA geni de dâhildi! Genetik testlere dayanarak, hâkim Reinotti, sanığın genlerinin “onu stresli durumlarda özellikle saldırganlaştıracağını” iddia ederek, cezasından 1 yıl daha indirim yaptı. Amerika’dan sonra İtalya’da da böyle bir kararın alınması suç bilimi açısından yeni bir yaklaşım olarak görülebilir. Yani zaten akıl sağlığındaki bozukluk cezai indirimlere sebebiyet verirken şimdi de genlerdeki bozukluk cezai indirime sebebiyet verebiliyordu.

MAOA geni ve genlerde yer alan suçlu geni araştırmalarının temeli kriminolojide biyolojik temelli yaklaşımlara özellikle Cesare Lambroso’nun çalışmalarına kadar gitmektedir. Kriminolojide biyolojik yaklaşımlar suça ve suçlu davranışa ilişkin erken genetik bilimsel çalışmalar olarak öne çıkmaktadır. Bu yaklaşımlara göre suça iten sebep, birey ve onun fiziksel veya biyolojik özellikleridir. Bu yaklaşımın önde gelen temsilcisi Cesare Lombroso’dur (1835-1909). Darvin’in evrim teorisinden güçlü bir şekilde etkilenmiş olan Lombroso’ya göre suç işleyenler normal insanlara göre evrim sürecinde geri kalmış insanlardır. Suçlular, gerek fiziksel gerekse zihinsel bakımdan evrimlerini tamamlayamamış kimselerdir ve bu nedenle suç işlemeye daha eğilimli olurlar. Lombroso, suçluluk ile bazı bireylerin fiziksel özelliklerinin arasında doğrudan bir ilişki olduğunu iddia etmiştir. Hatta suçluların fiziksel özelliklerini tanımlamış ve sınıflandırmıştır. Lombroso’nun çalışmaları ne kadar genetiğin suç üzerindeki etkisine dikkat çekmede etkili olsa da, tıpkı Alman hükümetinin bir zamanlar yaptığı Öjeni (Sir Francis Galton tarafından ortaya atılmış, sağlıksız ceninleri ayırıp, sağlıklı ceninler yetiştirmenin yollarını arayan, bilimselliği tartışmalı çalışma.) çalışması gibi insanları özellikle fiziki görünüşlerine göre damgalayan ırkçı bir çalışma olmaktan öteye gidememiştir. 1950’lerden itibaren genetik biliminde kat edilen ilerlemeler suç ve suçlu davranışını biyolojik temelde açıklamaya çalışan araştırmaları da etkilemiştir. 1954 yılında Nobel Ödüllü bilim adamları James Watson ve Francis Crick, DNA’nın ikili sarmal yapısını bulmuş ve genetik araştırmaların yüzünü tekrardan şekillendirmişlerdir. Watson; “Kaderimizin yıldızlarda yazılı olduğuna inanmıştık. Şimdi büyük ölçüde genlerimizde yazılı olduğunu biliyoruz,” demiştir. Acaba bu büyük ölçünün içinde katil olmak da var mıydı? Yani 30 küsürden fazla kadını öldüren Ted Bundy, 140 erkek çocuğun katili Kolombiyalı Luis Garavito, aralarında yönetmen Polanski’nin hamile eşinin de bulunduğu 8 kişiyi öldüren Charles Manson’ın genlerinde katil olmak kodlu muydu? Ya da hepsinin suçlusu tek bir gen olan MAOA mıydı? İnsan davranış genetiği özellikle İnsan Genomu projesi ile birlikte üzerinde oldukça araştırma yapılan ve ilgilenilen bir alan olmakta. Fakat bu projeler ne yazık ki tıpkı Cesare Lombroso’nun çalışması gibi tek bir gen ile insanların katil olacağını varsayan bir araştırma olmaktan öteye gidememekte. Çünkü tek bir genin katil olmaya iten bir faktör olarak görülmemesi gerekir. Hemofili, Huntington, Şizofreni gibi genetik rahatsızlıklar birden fazla genin etkileşimin bir sonucudur mesela. Üstelik bu genler çevre faktörleri tarafından da şekillendirilebilir. Özellikle İnsan Genom Projesi ile her hastalığa, her davranışa tek bir genin neden olduğunun sanılması oldukça yanlış bir yaklaşımdır. Yani şişman olan kişinin şişmanlık geni, müzik yeteneği olan kişinin müzik geni gibi tek bir belirleyici geni yoktur. Prof. Dr. Sevil Atasoy tam da bu konu ile ilgili şunları dile getirmiştir: “İş ya da sigorta başvurusunda bulunanların kanında, gizlice şiddete ve akıl hastalıklarına yatkınlıkları araştırtan şirketlerin, paralarını boşa harcadığını söylemek gerek. Olay yerinden ya da kurbanın üzerinden saldırganın DNA’sına ulaşan polis, aradığı kişinin mavi gözlü, kızıl saçlı, beyaz tenli olduğunu saptayabilse de, kişiliği hakkında bilgi edinmeyi umması, gerçekleşmeyecek bir hayal. Daha önce de belirttiğim gibi, insan davranışı, birden fazla genin ve en az onlar kadar, çevrenin kontrolü altındadır ve belirli bir geni taşıması, mutlaka uyuşturucu kullanacağını, şiddete başvuracağını, ırza geçeceğini, intihar edeceğini, adam öldüreceğini göstermez. Sadece, koşullar uygun olduğunda, bu davranışlara daha yatkın olduğuna işaret eder.”

Kanser genetikçisi, kök hücre biyoloğu ve aynı zamanda hekim olan Siddhartha Mukherjee, “Gen” adlı kitabında insanların davranışlarının sadece genlerle alakalı olmayacağını dile getirenlerden biri olmuştur. Ona göre genler içinde bulundukları çevrelere programlanmış tepkiler gösterirler. Yani hem gen hem kişinin kendi seçimleri hayatını şekillendirir. Hatta kişinin seçimleri de genleri etkileyebilir ve değiştirebilir demiştir. Bu gen-kişi etkileşimine  “yazgı”,  kişinin buna verdiği tepkilere de “seçim” diyoruz, demiştir. Bunun için de 1980’lerden bu yana psikologlar ve genetikçiler tarafından yapılan özdeş ikiz araştırmalarını örnek göstermiştir. Aynı evde aynı aile tarafından büyütülmüş bazı özdeş ikizler nasıl farklı insan haline gelebiliyorlardı? Birbirine tıpatıp aynı iki genom, nasıl oluyor da birbirinin aynı olmayan mizaçlarla, kişiliklerle, tercihlerle yazgılarını dışa vuruyorlardı? Bu fark nereden kaynaklanıyordu?  23 yılda yapılan 43 özdeş ikiz araştırması ile şu sonuca ulaşıldı: Sistematik olmayan, kendine özgü, tesadüfi olaylar yani hastalıklar, kazalar, travmalar… Kısacası tetikleyiciler kişinin davranışlarında etkili olabiliyordu. Her MAOA genine sahip olan insanın suç işlememesi ya da MAOA genine sahip olmayan kişinin suç işlemesi gibi çevreden tetikleyici olmadıkça kişiyi direkt sadece genleri suç işlemeye itti diyemeyiz ve tabi ki özgür iradeyi burada es geçemeyiz. Bu durumda şöyle bir denklem kurabiliriz: “Genotip + çevre + tetikleyiciler + irade = fenotip.”  Yani Waldroup’un cinayet işlemesinin nedeni sadece genleri değil!  Dolayısıyla genler suçlu deyip, suçluları aklamaya çalışmak ya da analiz etmek oldukça eksik ve yanlış bir yaklaşım olarak gözükmektedir.  Yani tıpkı kaderci anlayışta olduğu gibi her şeyin sorumlusu kader ya da Tanrı veya her şeyin sorumlusu sadece genler, psikoloji ya da toplum değildir. Üçünün bileşimi ve bireyin özgür iradesidir. İnsan aklı ve vicdanı kaderini değiştirebilir. İnsan sadece verilmiş sosyal statü, gen ve biyolojik özellikleri ile hayatını yaşayan bir varlık değildir. Hintli filozoflar bireyin hayatını bir ağa benzetmişlerdir. Genler ise bu ağın iplikleridir. Bu ipliklere yapışan çer, çöp ise her ağı bir bireye dönüştürür.

Yazının tüm hakları tarafımıza aittir. İzinsiz ve yazarın adı kullanılmadan kopyalanamaz, alıntılanamaz.

Kaynaklar:

http://web.lemoyne.edu/~Freemams/index_files/psych_serial.htm

https://www.theguardian.com/us-news/2018/aug/10/what-makes-a-serial-killer

https://www.popsci.com/can-your-genes-make-you-kill/

https://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=128043329

https://www.refinery29.com/en-us/2019/01/222787/ted-bundy-white-male-privilege-documentary-tapes

https://themighty.com/2019/01/netflix-the-ted-bundy-tapes-bipolar-disorder/

https://courses.lumenlearning.com/atd-bmcc-sociology/chapter/what-are-the-types-of-suicide-given-by-durkheim/

https://www.samildemir.av.tr/2012/06/suc-biliminde-genetik-faktor-savasci-geni/#more-3340

http://www.bbc.com/future/story/20180530-the-controversial-debut-of-genes-in-criminal-cases

http://www.hurriyet.com.tr/suc-ve-genetik-6676903

https://www.nature.com/news/2009/091030/full/news.2009.1050.html

https://tabutmag.com/seri-katillerin-psikolojisi/#targetText=Bir%20seri%20katilin%20psikolojisi%20normal,tan%C4%B1mlamak%20i%C3%A7in%20kullan%C4%B1lan%20bir%20ifadedir.

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2650118/

https://www.theguardian.com/us-news/2018/aug/10/what-makes-a-serial-killer

https://uknow.uky.edu/research/uk-researcher-unravels-serial-killer-ted-bundys-mental-health

https://www.medyacuvali.com/blog/insanlar-neden-suc-isler

https://www.kriminoloji.com/Sucun_Nedenleri_Sosyolojik-Fusun_Sokullu.htm

http://www.mersinimecehaber.com/sucun-kokeni-makale,8069.html

https://muratyayinlari.com/storage/catalogs/0097668001520505265.pdf

Siddhartha Mukherjee – Gen

Exit mobile version