Yattığı oda zifiri karanlıktı. Büyük bir avlunun içinde tren vagonlarını andıran yan yana sıralanmış odalardan oluşan en arkadaki odada yatıyordu. Avluda ışık olmadığı için camdan içeri sızan ışıkta yoktu. Ertesi günü okul olduğu için erken yatması gerekiyordu. Yan oda kalabalık olmasına rağmen, bulunduğu odaya hiç ses gelmiyordu. Sessiz ve soğuktu.Tek duyabildiği korkudan atan o küçük kalbinin sesiydi. Gözlerini kapatmayı denedi olmadı, kapattığında korkusunu daha çok hissettiğini fark etti. Her gece aynı korkuyu yaşamaktan artık yorulmuştu. Ne kadar yalnızdı, hem bu odada hem hayatta.
Okul çıkışlarını hatırladı. Bazı arkadaşlarını anneleri almaya gelirdi, el ele tutuşup muhabbet ederek uzaklaştıklarını gözlemlerdi. Birilerinin kıymetlisi olmak sevilmek. Sevildiğini hissetmek. Gözlerinden birkaç damla yaş indiğini hissetti. Kalbi acıyordu. Sevilmek nasıl bir duyguydu acaba? Peki bilmediği bir şey için kalbi neden bu kadar acıyordu.
Neden? Diye sordu kendince yaşadığı hayatı sorgularcasına. Evet zeki bakımlı bir çocuk değildi, kendini ifade etmesini hiç beceremiyordu ya da bilmiyordu ama içeride bir yerlerde avaz avaz bağıran, isyan eden biri vardı durdurmak zorunda olduğu, çünkü o sesin dışarıdan duyulması büyük saygısızlık ve ayıptı. Bu söz konusu bile olamazdı. Bacaklarını karnına doğru çekti. Ne yapsa soğuktan ayakları ısınmıyordu. Minik parmaklarıyla ayak uçlarına dokundu. Isıtabilirsem belki uyurum diye düşündü. Çaresizce sessizliği dinlemeye devam etti.
Çaresizliğinden ve içinde bulunduğu durumdan utanıyordu. Keşke görünmezlik iksiri olsaydı en çok okulda kullanırdı. Böylece onunla dalga geçenler onu görmez o da aşağılanma duygusundan kurtulurdu. “ İksiri içip görünmez olduğumda beni bulamazlar, saklanmış olurum zamanla da beni unuturlar “ diye düşündü ve dudaklarını hafif bir tebessüm aldı. Artık gözlerinin ve bedeninin ağırlaşmaya başladığını hissetti. Uyumak ta kaybolmak demekti. Küçük kalbi artık sakinleşmeye de başlamıştı.
Ve o minik bedeni daha fazla dayanamayıp uykuya teslim oldu.