Daha önceki yazılarda tekamülün geri dönüşsüz biçimde ileri ve yukarı doğru iki temel hareketi olduğunu konuşmuştuk.
Ancak bu iddia ile çelişen durumlar da var sanki. Hepimiz bazı olayları tekrar tekrar yaşıyoruz gibidir. Bugün Ali ile yarın Ayşe ile; dün iş hayatında bugün ikili ilişkilerde benzer konuda sınava çekiliyor gibi oluruz.
Bunun nedeni tekamülün ileri ve yukarı doğru akarken, doğrusal değil dairesel döngülerle, spiral şeklinde yaşanıyor olmasıdır. Dikkatli bakınca görürsün ki; dünkü olaydan öğrendiğin şey bugün verdiğin tepkiyi etkiler. Dünkü olaydan hiçbir şey öğrenmediysen bile en azından bazı şeylerin tam yerine oturmuyor olduğunu, ters olduğunu hissetmişsindir. Ve bugün o farkındalıkla, spiralin bulunduğun döngüsünde başka türlü davranacaksındır. Hoş, olanı görmeye inatla direndiysen de fark etmez. Spiralin o halkasında bir tur daha atarsın ve aynı frekansa tekrar düşersin. Önemli değil. Son çözümde hayat seni mutlaka bir üst, ileri frekansa taşıyacaktır. Sonsuz Şimdi’de var olan ruhun acelesi yoktur, bir olguda kaç tur attığına da fazla takılmaz. Bilir ki sen yani maddeye odaklı zihin, önünde sonunda bütüne döneceksin. Madem öyledir. olanla didişmek yerine ona yol vermek, daha kolay olmaz mıydı?
Burada spiralin üst katmanlarına sıçrayabilmek için temel kavramlardan teslimiyeti iyi anlamak gerekir.
Hani zihnin hayata izin verebildiği o değerli anlar vardır. Hani gelecekte ne olduğunu bilemediğin hallerde, loş – karanlık durumlarda bile içinde bir mum ışığı yanar. Daha büyük bir güce İMAN edersin. İşte o mum ışığında sen, yukarılardan süzülen yüce bir hali görürsün ve O’nun senin için her şeyi yoluna koyacağına kayıtsız şartsız güvenirsin. İçin bilir ki işleri kotaran bezelye kadarcık zihnin değil evrendir, allahtır, yaradandır, adına ne diyorsan O’dur.
Küçük olmanın büyüklüğü karşısında gözlerin dolar ve secde edersin bazen. Evrende kum tanesi bile değilsindir ama gene de o seni merkezine koymuş, seni görmekte ve senin için var olmaktadır. Hayretle kıyam eden yüreciğin belki ilk kez kendi ihtişamı önünde secde eder.
Sahiden de teslimiyet kavramı ruhaniyetteki en mühim adımlardan birisidir değil mi?
Ama burada bir şey eksiktir. Dikkatle bakarsan görürsün. Dualite çatır çatır devam etmektedir. Bir sen varsındır bir de evren. Sen ve O.
Burada büyük harfli “O” ile muhatap olabilen, O’nun edimlerini izleyip, “izin verebilen” bir sen varsındır. O yapmaktadır ve sen O’na teslim olmaktasındır. Eli sopalı tanrının elinde artık sopa yoktur ama sevgisinin ne şekilde geleceğine tamamen teslim olduğun için zaten; artık O’nun elinde bir sopa olsa da senin için farketmezdi. Şöyle dersin “Eh, demek ki böyle olması gerekiyordu. Demek bu sefer sopa yemem uygunmuş. Ahh şükür, bütünün hayrına olsuun..”
Ve genellikle dönüp de “YaHu kızkardeş şimdi bu sopa bana niye vurdu? Benim burada duruşum neydi de böyle köteğe denk geldim?” diye düşünmek işimize gelmez. Çünkü biz teslim olmuşuzdur. Eni konu ilahi varlıklarızdır ve gözümüzü içimizdeki mumdan, gökteki halden; bu iki odaktan ayırmayız. Bir içeri bir yukarı bakarken şaşı olmuşuzdur, bilmeyiz. Dünya hallerini hor görürüz. Boncuklarımızı, kristallerimizi takar ve dünyayı uzaktan seyrederiz.
Her durumda seyrettiğimiz kendimiz ve O’dur. İkidir.
Sen ve O hep bakışırsınız. Kavuşmalar, arada bir iki meditasyonda ufak kaçamaklar şeklinde olur. O’nun içinde erimek istersin ama olmaz işte. Nedense bir türlü olmaz.
Şimdi,
Bu durumlar bizim kısır döngümüzü yaratır. Yukarıya öylesine teslim olmuşuzdur ki kendi içimizdeki halleri kendimizin farketmesi ve duruşumuzun kendi mutlak şeklini alabilmesi için üzerimize düşeni yapmayı, sorumluluk almayı bilemeyiz. Tüm bunları yukarısı bizim için yapacaktır, yapmalıdır. Bizim tek işimiz teslim olmaktır. Gerisi evrenin işidir. Öyle biliriz.
Hakikatin %80’i de budur sahiden. Bunu becerirsen evren seni bir nebze azad eder. Bir tür şartlı tahliye durumu icabında. Orada, bir küçük tanrıcık şeklinde, göklerdeki babanın ışığında yıkanır durursun. Sen ve Göklerdeki Baban. İkiyi bir eder, sonsuzlukta var olur gidersiniz. Teslim olan ve teslim alan.
Bak gene kuantum fiziği diyeceğim ama binlerce yıl önce Hint Uphanishad’ları dedi, Tao öğretileri dedi, İbrahim soyundan gelenlerin 3 kutsal kitabı da satır aralarında dedi, bütün şamanik öğretiler diyor bir de bilim insanları demiş çok mu? Bunların hepsi bir tek şeyi değişik cümlelerle söylüyor.
“Sen her şeysin.”
“Sen O’sun.”
“Sana şahdamarından yakınım.” Meali “ben” dediğim senden başkası değil.
Hepsi de diyor ki “Senin algısal evreninde senden başkası yok!”
Diyorlar ki “Rüyada gördüğün her kişi, durum, hal sensin. Senin evren deyip teslim olduğun aslında senin rüyayı gören gözündür. Rüyada uyanmaya başladığında, uyku sersemliği ile kendi varlığını fark edersin ve kendinle göz göze gelirsin. Sonra da kendini göklerdeki baban sanırsın. Gider O’na teslim olursun ki bu rüyadan çıkıp ilerlemen için pekala uygundur. Ama ilerlemezsin, orada takılır kalırsın. Kendi ikiliğinde tutsak olmuşsundur.”
Şimdi,
Hadi sor kendine.
Daha iyisi ne olabilir? Ne yapabilirsin?
Ve kalbindeki mum ışığına dön. Hatırla. Yukarıdan gelip seni kurtaran evren o mum yandığı için var. Kalbindeki mum sönerse evren kendi içine çöker ve aynı anda söner.
Kalbindeki muma sahip çık. Bir müddet yukarıda olduğunu düşündüğün yüceliğe dahi teslim olma. Mutlak tek başınalığın ile yüzleş ve kendinden kendine nefes alıp ver. Ahadiyet içinde bir ikinci yoktur.
Sadece olanı kontrol etmeyi bırak ve o mumun neden yanmakta olduğunu hisset. Mum ışığının çevresine ördüğün ağları, duvarları, engelleri yavaşça kaldır. Bil ki o engellerin tamamı senden, tamamı sensin. Dışarıda hiç kimse yok, evren yok. Aslında sen de yoksun.
Bunu yaparken içindeki öfkeyi görmeni sağlayan herkese, yaptığı haksızlıklarla içindeki kurbancığı tetikleyen zalimlerine, içindeki sevgiyi aydınlatan eşine-çocuklarına-annene-babana-kardeşlerine-dostlarına, içindeki savaşçıyı açığa çıkaran iş hayatına ne kadar teşekkür etsen azdır. Onlar gösterir sen düzeltirsin. Onlar işaret eder sen fark edersin.
Sana tavsiyem, hayatı yaşa ama içinde kaybolma. Hayatı sana heykel yoğurman için verilmiş bir kova çamur olarak düşün ve suyu az ise su ekle, kalıbın dar ise genişlet, spatulan kör ise bile ve o çamurla yapabileceğin en nadide eseri çıkar. Bırak hayat senin avuçlarında şekil alıp, sende kaybolsun.
Bunu yaparken hırs ile değil huzur ile var olasın. Zihnindeki şekli değil ruhunun arzuladığı şekli ortaya çıkarmak için tamamen ölesin. Bedeninde hala nefes almaktayken ölmek ne de güzeldir! Şimdi şuracıkta ölüversen nasıl her şeyi bırakacak ve akıp gideceksen tam da öyle bırakasın ki özüne yer açılsın.
Ne sen kal, ne sebepler kalsın. Ne teslim olan ne de teslim alan olsun. Bir müddet hiç ol. Ve bırak mumun ısıtageldiği tohum çatlasın.
O tohum ki varoluşun başından beri senin kenara çekilip, kendin olmana izin vermeni bekliyor.
Bunu yaşadığın anda spiralin üst halkasına geçersin. Buna spiritüel jargonda kuantum sıçraması diyen de var. Adının ne olduğu önemli değil önemli olan senin yolunu açıyor olması.
Böyle teslim olduğunda, hayat evrenin doğal hareketi olan spiral döngü ile uyum içinde olur ve sen evrenle bütün olduğunu hissedersin. Spiralini Torus’a tamamlamak için kendi hızında tamlığına doğru ilerlersin.