Yaradan, insanı bir damla sudan yarattığından bahseder. Sonra da topraktan şekillendirdiğini söyler. Su ve toprak. Sonra balçığımızı hava kurutur. Yaradan burnumuzdan hava üfler ve hayat başlar. Benzer kaynaklarda da insanı terbiye etmek için, eğitmek için demiyorum bakın, ateşi kullanır. Alın size dört element. Kadim kaynaklar insanda bu dört elementin dengede olması gerektiğini söyler. Günümüzde de talep etmeden maruz kaldığımız bilgilerde hava elementiniz fazla olursa yaşamınızda şu şöyle olur bu böyle olur, dengelemek için şunu şöyle yapın bunu böyle yapın der. Belki doğrudur. Gerçeği sahibi bilir.
Denge nedir? Hayatın hep farklı tarafında oldum. Bana bu böyledir dendiğinde aksi de olabileceğini kanıtlamak için kafa yordum. Mizaç böyle olunca insan dengeyi de sorguluyor. Ben bir kilo elma mıyım ki o demir bir kiloluk ile iki kollu pazar terazisinde tartılayım? Kadim Mısır öğretilerinde olduğu gibi ya insanın kalbi ile bir kuş tüyünü tartıyorlarsa ve tüy ağır geliyorsa? Bu denge işinin dinamikleri faklı ise?
Hadi gelin daha basit bir örnekle bakalım olaya. Bir oyunda dört oyuncu, dört rol var. İlla ki biri başrol olmaz mı? Bence bu element olayında başrol sudur. O beğenmediğimiz sudan yaratıldık. Birçok yaratılış efsanesinde hiçbir şey yokken dünya su ile kaplıydı. İnsan bedeninin yüzde doksanı sudur vs. Bence insan da bir pınar gözü gibi doğar. Kâh bir kayadan, kâh topraktan, kâh çölden. Tatlı tatlı kaynaya kaynaya akar dünyaya. Toprak ona yarenlik eder. Beşik olur, koruyucu olur. Hava dalgalandırır, çeri çöpü katar ona, ateş kurutur ama toprak korur. Topraktan gelip toprağa döneceğimiz misalindeki gibi.
Arada su kirlenir. Hava da karışır oyuna. İyice karıştırır çeri çöpü. Hatta bazen öyle yapar ki suyun ana kucağından da toprak alıp çamur karar. Tüm bunlar suyun yolunu kapatır. Okyanuslara karışmaya engel olur gibi görünür. Peki, nedir bu kirler? Suya olduğu gibi insanoğlunu kirleten nedir? Tabii ki kendine ait olmayan şeyler. Başkalarının artıkları, düşünceleri. Böyle davranırsan Allah seni cezalandırır, böyle yemeye devam edersen kimse seni almaz ve hatta şu ağaçtan yersen sonsuz yaşam sahibi olursun. Hatırlıyoruz değil mi bunları bir yerlerden?
Şunu düşünün bir de zira benim zihnimde dolaşıp duruyorsa varsın sizinkinde de dolaşsın bir müddet. İkiz evlatlarınız var. Küçükler. Ve siz de bir şeyler öğretmeye çalışıyorsunuz. Mesela ayakkabısının bağcığını bağlamayı. Biri diyor ki anne ya da baba izin ver ben yapayım bu sefer başaracağım öyle ki en güzel ben bağlayacağım. Diğeri de ben daha önce bir kere denedim yapamadım, acizim, güçsüzüm lütfen sen bağla. Hangisinin tutumu sizi mutlu eder? Belki asıl soru şu olmalı, hangisi öğrenmeye ve tecrübe etmeye daha açıktır? Ya da şöyle düşünün günde beş vakit Rabbinizin huzurundasınız ve şöyle başlıyorsunuz Yaradan’ınızla konuşmaya; ben günahkârım, acizim sen bana şunu şunu ver.
Gelelim bizim küçük su kaynağına, böyle düşünse nasıl akardı? Doğdunuz, doğduk. Hadi başlayın yaşamaya. Sadece su olup akın. Akın ve geçtiğiniz her yere yaşadığınızın belirtileri serpilsin. İşte hayat bu. Nasıl ki suyun aktığı yerde yaşam var diyoruz. Nereden anlıyoruz? Ot bitmiş, çiçek açmış, börtü böcek dâhil diğer tüm yaşam sahipleri etrafına toplanmış. Hem de kendi hayatlarının devamı için. Bir ceylanın içtiği bir yudum su, nehirden ne eksiltmiş? Bir düşünün. Ama aynı suyu bir damacanaya bir baraja sıkıştırdığımızda canlılığını kaybettiğini de hatırlayın. Bir kapta kalmayın, kalmayalım. Akın ya da akalım