Bir kanat çırpışında ensesinde olmak mı istiyorsun hayatın, yoksa karınca adımlarıyla sürüklemek mi meselen yorgun geçmişini sırtında? Hafiflemek istiyorsan; ver yükünü ateşe – yan aşkla.
Oysa sen korkuyorsun yanmaktan ve biriktirmeye devam ediyorsun hala. Belini büken, kamburunu çıkaran o külçeye “Artık yeter” diyebilmek için daha kaç hayat biriktireceksin?
Kazandırdığından daha fazlasını kaybettirir yalan. Kaybettirdiğinden çok daha fazlasını kazandırır hakikat. Yalanını kaybet ne olur ki? Kazanırsın hakikati.
Sürekli konuşuyorsun. Çok konuşuyorsun… Gürültünden yakınırken bile gürültü koparıyorsun. Kurbanlık kuzular gibi meleşmeyi bırak artık; sus. Sözünle yeni bir hayat yaratıyorsun görsene. Sessiz kal; şu anda ve tüm sesleri önüne kat. Çobanı ol sürünün. Üfle kavalını ve şarkın yankılansın dağlarda. Önünde uzansın şehvetle akan nehirler gibi bütün evren.
Kuşa neden yavaş uçuyorsun, balığa neden hızlı yüzmüyorsun diye sorsan ne olur? Şairin başında beklesen, ressamın elinden tutsan ne karın var? Şiir aceleye gelir mi?
İster atı, ister aklı – neyi zorlarsan direnir. At kendinin sahibiyse ister, koşar, ister, dinlenir. Ne karışıyorsun ki?
Anlamıyor musun hala? Sessizlik çabası da gürültü yaratır ve önemsizdir dilinin sessizliği. İnsanın içi sessiz olmalı en başta… İçinde sükûnet olmayanın sessizliği, fırtına öncesi sessizliktir – olsa olsa.
Tüm hayat, insanın kendisiyle hasbıhalinden ibarettir. Sessiz kalma hakkını kullanırsan hayat biter; aşk başlar.
Ya aşkla kendini ver – sükûta eriş ya da sükûnetle kendine kal – aşka eriş.
Sen gel; ver kendini aşkla. Ver yükünü ateşe. Aşkla veren aşktan olmaz; korkma.
Merak etme; gelecektir O; yükünü bırakınca sen. Geldiğinde orada ol; hazır ol; canlı ol. Ama arama O’nu; bulamazsın aradığın yerlerde. Baktığın yerde değilsin ki; son noktası sensin bu cümlenin – sen. O yüzden aşk içinde O’l; kendinde O’l. An içinde kal; kendine kal. Kanatlanır süzülürsün; akarsın gönülden gönüle o zaman. Bin sevgilide yaşarsın da bir sevdiceğin olur o zaman.