İnsanlık tarihi, barışı özleyerek ve gözyaşı dökerek geçmiştir. Arada barış dönemleri olsa da dünyanın başka bir yerinde savaş ve hep var olmuştur. İnsanlık genetik yapısı değiştirilmiş ve programlanmış bir seri katil gibi yaşamı ve canlı türlerini yok ederek günümüze kadar gelmiştir. Son beş yüz yıla damgasını vuran, kölelik ve kapitalist sömürü sistemi ise cinayetleri hükümetler kurarak meşrulaştırma yoluna gitmiştir.
Bugün, yoksulluğuna çare arayan herhangi biri dünyayı yöneten hükümet adamlarının karşısına dikildiği anda ya şiddete uğrar ya da cezaevine atılır. Dünya da son yüzyılda meşrulaştırılan kolluk kuvvetlerinin hakkını arayan insanlar üzerindeki şiddetini de es geçmemek gerekiyor.
Günümüzde insanlık ve halklar çok farklı şekilde asimile edilip sindiriliyor. Bunları sıralamak gerekirse
– Din ve inanç sistemleri
– Kişisel gelişim ve öğretiler
– Cinsellik ve eşcinsellik
– Sosyal medya
– Gri ve kara propaganda
– Uzaylılar ve astroloji
– Korku ve terörize şiddet
Ve diğerleri… Şu dönemde baskın olan ve insanlığı saran hatta ürkütücü boyutta uygulanan bu yöntemler ile insanlık asıl amacını çoktan yitirdi.
Grupların kendi içinde bireysel kahramanlar yarattığını ve sonra onun himayesine girip, bir müddet sonra da onun koruyucusu konumuna geldiğini biliyor muydunuz? Aynı bilgi ve deneyime sahip on kişi bir araya gelin, bir müddet sonra biri mutlaka sıyrılıp lider haline gelip o grubu yönetmeye ve emir vermeye başlayacaktır. Bunu her yerde görebilirsiniz. En aydınlanmış ve yüce görünen karakterler bile kendisini dinleyenlerden daha yüksek ve konforlu bir alana oturur ki böylece takip edenleri arasında saygı görebilsin. Neyse konumuz bu değil zaten, ama en sevgi dolu ve barışçıl görünen bir oluşumda bile kral ya da kraliçe vardır. Bunu o istemese de çevresindekiler yaratır.
Gelelim insan ve tarihsel sürecine. Hayatı boyunca felsefe okumamış ve sorgulamamış, sosyolojiden bihaber toplumsallaşmaya çalışan, siyaseti anlamadan oy veren, hakikat nedir çözmeden her duyduğuna inanan kitle pardon yığınlar günün sonunda hastalıklı bir yaşam sürerek var olan dengeleri de bozduklarını fark etmezler. Sadece fark etmeseler iyi bir de fark edenleri elimine etmeye çalışırlar. Bir bakıma sistemin gizli askeri gibi çalışırlar ya da ideolojilerin misyonerleri.
İnsanlar, bakliyatların içinden çıkan kurtların ve güvelerin varlığını görmezden gelerek, kendilerini tanrının yarattığına inanmak isterler. O kadar yüce görürler ki kendilerini bir adım daha ileri giderler ve tanrı kendini patlattı ben de onun parçasıyım işte ispatı onun yaptığı her şeyi yapıyorum zaten der. O yüce ve mükemmel ve ihtişamlı varlık olan insan, kendisini sanan ve Matrix (o film olmasaydı yerine ne koyacaklardı merak ediyordum gerçekten) dediği kodları da uzaylıların yazdığını ve kendi tanrısallığına saldırdığını iddia ediyor. Ne tanrı ama. Ne insan ama…
Neyse bu arada gözden kaçırdığı bir şey var o da bu kodları yazan uzaylılar, reptilan ırk mensupları, Sirius ve Orion gezegeninden gelenler cep telefonlarını ve sosyal medyayı araç olarak kullanıyorlar. Sonra bu ırklarla ilişkiye giren ya da bu ırkların tecavüzüne uğrayan insanlar da yeni bir türe evrilerek altıncı ya da yedinci boyutta gözlerini açacak.
Fabrikalarda işçilik yapan ve tüm ihtiyaçları üreten, tarlalarda gıda üretimi için emek veren, madenlerde çalışan ve sömürüye aynı zamanda yoksulluğa maruz bırakılan dünyanın geri kalanını da elinde duası ve inancı kalmış oluyor. Binlerce yıldır Mehdi ya da Mesih’ini bekleyen insanlar şimdi de uzaydan gelip kendilerini kurtaracak ya da boyut atlatacak, atalarını bekliyor.
Alkolü çok kaçırmış ya da ayahuasca çayı içip kafayı bulmuş gibi hareket eden devasa bir kitle Scientology diye bir tarikat kurup, uzaydan gelecek mesaj için bir milyon dolar harcıyor. Asırlardır gökyüzüne bakıp anlam arayan insan, kendine dönmeyi bir türlü akıl edemediği için, kendisiyle ve hayatla olan kopukluğu ve kavgası da hiç bitmemiştir, bitmeyecektir de…
İnsan olarak çevremize sardığımız hakikatten başka bir gerçekliği görmek istemeyiz. Onu inşa etmek için o kadar çok çaba harcamış ve emek vermişiz ki günün sonunda biri kendi yaşam tarzı ve fikirleri ile onu anlamsızlaştırmaya çalıştığında öfkelenebiliyor ve yıkıcı olabiliyoruz. Ne yani bunca yıl boşuna mı buna inandım ve peşinden koştum? Diyerek içsel olarak kendimize duyduğumuz öfkeyi karşı taraftan çıkartıyoruz. Bugün tüm inanç ve ideolojiler arasındaki savaşların ve kavgaların sebebi tam olarak budur. Hazmedilmemiş gerçeklikler…
Tarih okumayı sever misiniz? Tarihin çarpıtılmış hallerinin farkında mısınız? Aynı savaşı iki ayrı ülkenin tarihinden okumayı denediniz mi hiç? Eskiden bu çok zordu ama şimdi çok basit ulaşabiliyorsunuz bu bilgilere. Yazın Google amcaya hangi savaşa bakmak istiyorsanız, o savaşın bilgisini iki ülkenin tarihinde ayrı ayrı okuyun, göreceksiniz ki ortada bir gerçeklik yok. Bir hakikat yok, bir sen yoksun. Çarpıtılmış ve içi boşaltılmış kahramanlık öyküleri ile yenen ve yenilen krallar var ama asıl olanı kimse anlatmaz, çiftçilerin çocuklarını, annesinin kuzularını, babasının kahramanlarını… Onlar sadece kralların ve komutanların egolarını şişiren tabaktaki meze olmuşlardır her zaman. Bu günümüzde de böyledir, gelecekte de böyle olacaktır.
İdeal hayat düşlerini sosyal medyada kuran idealist hayatologlar, günün sonunda ciddi bir reddediş yaşayıp, hayal dünyasında ilerlemeyi kendilerine ilke edinmiş bir halde yaşamlarını sürdürüyor. Bunu kendi iç dünyalarında yaşasalar iyi de olayı bütüne yayıp, bir bond çanta içinde uzaydan gelecek kurtarıcıya ait mesajları alıp, duvardan geçmeyi hayal ediyorsa ve bunu da yayıyorsa sorun oluyor. Ve olan da tam olarak bu. Yaşanan da… İnandıkları gerçeklik ile kendi içlerinde şizofrenik yaratımlar gerçekleştirebilirler. Bunu her zaman söylerim, kendinden koparsan, her yerde Meryem’in ve İsa’nın siluetini görebilirsin, Ya öyle değilse, ya Meryem ve İsa yoksa? O zaman ne olacak hakikatin… Gördüğün illüzyonlar, yaptığın meditasyonlar, tuttuğun oruçlar, ettiğin ibadetler, yok ettiğin sen ve var ettiğin tüm öğretiler… Sen mi yalansın? Yoksa seni yok eden düşüncelerin mi? Baktın mı hepsine birden ve yüzleştin mi gerçek sandığın her bir inanç ve öğretiyle. Yoksa inanmak istediğin şeyleri mi seçip yürümek güvende hissettirdi seni? Hangisi sensin, hangisi o ve hangisi diğeri. Gerçeklik var mı? Eğer bir gerçeklik varsa, hanginizin ki en saf ve hakiki gerçek… Uganda’da yaşayan birinden daha doğru bir yolda olduğuna yemin edebilir misin? Ya da Bhutan’da ibadet eden bir çocuktan daha bilge olduğunu düşünür müsün? Belki de Cibuti’deki bir insan çocuğunun ibadetindeki kutsallığı yadsıyabilir misin? Hanginiz en çıplak ya da hanginiz daha çok giyinik? Ya sen kıyafetlerinle çıplak o da bacak arasına sardığı bezle giyinikse, hanginizin gerçekliği evrensel hakikati yansıtıyor olabilir?
Ellerinde sadece mızrakları ve okları olanlara karşı topla, tüfekle gidip orayı işgal edip sömürenler senin içindeki hangi tanrının ya da kötülüğün yansıması olabilir? Egosunu tatmin etmek için hastalıklı şekilde savaşlar açıp binlerce hatta on binlerce insanın ölümüne neden olan o karanlık karakter, senin hangi karanlığının izini yansıtabilir? Her şey senden ise, izler senin yansıman ise ve tanrı senin parçan ya da sen tanrının parçası isen ve onlar da senin gibi bu yolda yolcu ise, kim sıfır noktasında kalma cesareti gösterebilir ki?
İyiliğin muamma olduğu ve kötülüğün de sürekli muamele çektiği bir döngüsü vardır insan çocuğunun. İyilik ve güzellik rahatsız eder onu, çünkü sıkılır, daralır, heyecanını yitirir, orada eylem yoktur ve iyilik de güzellik de sadece olma halidir. Oysa kötülük dediğin şey, sürekli tetikte olmayı gerektirir, şiddeti barındırır, öfkeyi taşır, ölümü rengarenk yapar, tecavüz eder, çalar, çırpar, zulmeder, döngüsü bitmez, her zaman hareket vardır ve beden sürekli uyanık kalır. Zalimleri sever çünkü ondan korkar ve korkuya da tapar insan. Naifsen, eziksindir ve yok sayılırsın. Dünyada da tam olarak yaşanan budur, zalime teslim edilmiş ve sus pus olunmuş bir hayat sürülür ve hakikat zalimlerin iki dudakları arasında kalır.
Güce tapan insanın, güce secde eden insanın, gücü isteyen ve kullanan insanın varoluşundaki en büyük ve karanlık gerçeklik budur. İster inkar eder ve yok sayarsınız, ister kabul eder ve değiştirmenin yollarını ararsınız. Seçim ve yol sizin. Haberiniz olsun, Kral Çıplak… O her zaman çıplaktı ve siz gözlerinizi kapattığınız için onu hep başında tacı, üzerinde kaftanı ile hayal edip durdunuz ve onun önünde eğildiniz. Eğildiğiniz şey her zaman taç ve kaftandı… İnandıklarınız da kaftandan ve taçtan çıkanlardı.