Yaşamın Yakıtı: Frekans Ve Enerji

Yazının tüm hakları tarafımıza aittir. İzinsiz kullanılamaz ve yazar ismi kullanılmadan kopyalanamaz ve paylaşılamaz.

“Hastalıkların bugün doktorlar ve psikologlar tarafından açıklandığı gibi tarif edilmeyeceği, ancak müzikal terimlerle tıpkı piyanonun notalarından farklı bir nota tınlaması gibi tarif edileceği günlerin geleceğine inanıyorum,” demiştir ünlü filozof, bilim adamı, sanatçı, ezoterist, yazar, aynı zamanda antropozofi’nin kurucusu Rudolf Steiner (1861-1925). Rudolf Steiner aslında burada enerji sistemlerinden bahsediyor. Üstelik bu cümleyi dile getirdiği zamanlarda bu olguyu açıklamak ya da kanıtlamak çok daha zordu, fakat şu an baktığımızda artık pek de imkânsız gözükmüyor. Aslında çok fazla çalışma yapılmış ve yapılıyor da, fakat ana akım bilimin gerek aşırı pozitivist, materyalist görüşü gerekse bilim adamlarının bilim camiasından dışlanma korkuları ve tabi ki bilim camiasına yapılan engellemeler neticesinde hala çekinilen bir alan olmayı da sürdürmekte. Bunlara rağmen eleştirel yaklaşımlar/teorisyenler de yok değil. Onlar, dünyamızda enerjinin her şeyi kapsadığına ve enerji sistemlerinin bilinç sahibi olduklarına katılmaktadırlar. Bununla ilgili yaptıkları araştırmalar da gün geçtikçe artmakta. Örneğin; Dr. Bruce Tainio ve arkadaşları, BT3 adını verdikleri “Titreşim İzleme Sistemi”ni icat ettiler ve yıllar içinde bunu geliştirerek insan bedeninin titreşimlerini (Biyofrekans) ölçer hale getirdiler. Araştırmalarının sonuçlarından bazıları ise şunlardı: Sağlıklı bir insan vücudunun 62-72 MHz aralığında bir frekansa sahip olduğu ve iyi hissettiğimizde farklı, kötü hissettiğimizde ise farklı frekanslar oluşturduğumuzu gözlemlediler. Yani radyo dalgaları kadar kontrollü olmasa bile değişken bir frekans aralığımız vardı. Araştırmalarının devamında ise olumsuz düşüncelerin insan frekansını 12 MHz kadar düşürdüğünü ve olumlu düşüncelerin ise 10 MHz kadar yükselttiğini tespit etiler. Ayrıca Tainio ve arkadaşları, bir kişinin frekansı optimum sağlıklı aralığın altına düştüğünde bağışıklık sisteminin de tehlikeye girdiğini belirlemişlerdir. Kanserin görüldüğü beden frekansı 42 MHz’e kadar düşerken, ölüm süreci başladığında ise beden frekansı, 20 MHz olarak ölçümlenmiştir.

Yaşamın Yakıtı Frekans Ve Enerji

Biyofrekans sistemi aslında Bruce Tainio ve arkadaşlarının araştırmalarından da öncesine dayanmaktadır. Çünkü zihin-beden bağlantısı binlerce yıldır bilinen ve kullanılan kavramlardır. Bunun kanıtı günümüzde yoga ve pranayama (nefes alma egzersizleri) gibi tekniklerin uygulamalarında görülmektedir. Bu kavramlara verilen bilimsel destek ise 19. ve 20. yüzyıllarda ortaya çıkmış, Claude Bernard (1865’te homeostazi kavramını tanıtan fizyolog) tarafından başlatılmış ve ardından fizyolog Ivan Tarchanoff, X ışınlarının merkezi sinir sistemi, hayvan davranışı, kalp, dolaşım ve embriyonik gelişim üzerindeki etkisini keşfetmesiyle devam etmiştir. Nitekim Tarchanoff bu çalışmaları ile bilimde (Radyobiyoloji) gibi yeni bir alanın doğmasına da katkıda bulunmuştur. Ayrıca Tarchanoff, 1885’te yaptığı çalışmasında kalp atış hızının gönüllü kontrolünün de mümkün olduğunu kanıtlamıştır. Bunların dışında Dr. Robert O. Becker, “The Body Electric” adlı kitabında, insan vücudunun elektriksel bir frekansa sahip olduğunu ve aynı zamanda bir insanın sağlığı hakkında çok fazla şeyin frekans düzeyleriyle belirlenebileceğini söylemektedir. “Vibrational Medicine”in yazarı olan Dr. Richard Gerber ise enerji bedenlerimizdeki işlevsiz kalıpları değiştirmenin en iyi yollarından birinin “titreşimsel ilaçlar şeklinde frekansa özgü ince enerjinin” terapötik (İlacın terapötik dozu, en fazla yararı sağlamak için gerek duyulan miktarı ifade eder.) biyoenerji dozlarını uygulamak olduğunu söylemiştir. Nikola Tesla insan vücudundaki frekansları, dış frekanslardan yalıtabildiğimizde hastalıklara karşı büyük bir direnç göstereceğimizi savunuyordu. Henüz Tesla hayatta iken 1920 yılında Dr. Raymond Rife, belirli frekansları kullanarak virüsleri ve bakterileri ve hatta kanserin bile yok edilebileceğini buldu.

Fakat bilin bakalım sonra ne oldu?

“Rife, Aynı zamanda koordinatları ayarlanabilen rezonans tekniğini bulan kişiydi. Bu teknik kanserli tümörleri ve virüsleri yok edebiliyordu. Heidelberg Üniversitesi’nden derecesi olan; buluşları on dört ödüle layık görülmüş ve çalışmaları Timen Bearing şirketinin sahibi multimilyoner Henry Timken tarafından finanse edilmiş bir bilim insanıydı. Tekniği 1934 yılında Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan deneylerde on altı ölümcül kanser vakasında denenmiş ve üç ay içinde hepsi de tamamen iyileşmişti. Fakat ne yazık ki, Rife’ın bilimsel teorileri ve metotları, Ortodoks bakış açısı ile çatışma içerisine girdi. Sonradan Amerikan Tıp Derneği’nin (AMA) başkanı olan, Morris Fishbein, bulgularını kendi şirketi lehine kullanmak istedi. Rife bunu reddedince araştırma çalışmaları durduruldu ve Barry Lynes’ın Kanserin İyileştirilmesi, Elli Yıllık Örtbas isimli kitabında anlattığı gibi hasıraltı edilmeye çalışıldı. (Bu arada AMA’nın eski başkanı ve kurucusu Dr. Milbank Johnson, Rife’nin kanser terapisi çalışmalarının sonucunu duyurmak üzereyken zehirlenerek öldürüldü ve hazırladığı raporlar bulunamadı.) AMA tarafından bu yöntemi kullanan doktorlara baskı yapılmaya başlandı. Çoğu boyun eğdi ve cihazları bıraktı. Rife’ın laboratuarına hırsız girdi ve mikroskobu çalındı. Rife’ın laboratuarları kundaklanarak yok edildi. Onun çalışmalarını yedekleyen Dr. Nemesis, araştırma raporlarını yok eden yangında gizemli bir şekilde öldürüldü. Benzer bir yangın, Rife’ın araştırmalarını onaylayan, Burnett Laboratuarını da yok etti. New Jersey’deki Burnett Laboratuarı tam Rife’ın buluşunu konfirme edeceği sırada arsenik nedenli yangın çıktı. Rife’ın frekans aletlerini üreten şirket battı. Birlikte çalıştığı Dr. Kendall, bir anda bilinmeyen bir sebeple zengin olup emekliye ayrılıp Meksika’ya gitti. Başka doktorlar da aniden Rife’ın tekniğini bırakıp reçete yazmaya başladılar. Rife, AMA tarafından mahkemeye verildi. Uzun süren ve maddi açıdan yıpratıcı geçen bir dönemden sonra Rife mahkemeyi kazandı. 1944 yılında Johnson basın toplantısı ayarladı, niyeti klinik sonuçlarını açıklamaktı, nedense toplantıdan bir gün önce kaza geçirerek öldü ve notları kayboldu. Çalışmaları ise hasır altı edildi. O günden bu yana “kronik” adı altında ölümün son saniyesine kadar bin bir yan etkisi olan ilaçlara mahkûm bırakıldığımız süreç başladı.”(alıntı:kuraldışıdergi)

Şaşırdınız mı?!

Peki, nedir bu uğruna canların verildiği frekans ve enerji sistemi?

Birim zamanda (genellikle 1 saniye) oluşan tekrar (titreşim) sayısına frekans denir. Frekansın birimi “Hertz” (Hz) dir. Frekans boşlukta veya madde içinde yayılan enerjinin titreşimidir. Bir yerden başka bir yere yayılan enerjinin sinyalidir. Frekans aslında enerjinin ifadesidir. “Eğer frekansa sadece bir dalga olarak bakarsak o halde bunun tanımı, bir zaman döngüsü içinde sabit bir noktadan geçen dalga sayıları, şeklinde olur.” (hayatinisaretdili.com) Dalga sayıları aynı zamanda dalga uzunluğu ile belirlenir. Bu dalgaların yaydığı güce ise enerji denir. Dalga boyu uzun olanların dalga sayısı az dolayısıyla frekansı düşük ve yaydığı enerji düşüktür. Bu yayılan enerjiye ise elektromanyetik dalga adı verilir. Her şeyin etrafına yaydığı bir elektromanyetik dalgası vardır. Örneğin; Bir beton binanın yaydığı frekansın dalga boyu uzun, dalga sayısı az dolayısıyla titreşimi ve yaydığı enerji düşüktür. Elektromanyetik alanı ise dardır. Binalara baktığımızda içimizin daralması, göz zevkimizin bozulmasının nedeni budur.   Aşağıdaki görsele bakarak bazı frekans değer aralıklarını (elektromanyetik spektrum) görebilirsiniz.(Bknz:Görsel:1)

frekans değer aralıkları (elektromanyetik spektrum)Görsel: 1

Evrende görünen ve görünmeyen her şey madde veya enerji formunda bulunmaktadır. Madde, titreşimlerini yavaşlatarak (kabalaştırarak) kendini gösteren enerjiden başka bir şey değildir. E=mc²”  formülü ile kütle ve enerjinin aynı fiziksel varlık olduğunu ve birbirlerine dönüşebileceklerini açıklayan, Albert Einstein‘ın Özel Görelilik Kuramı‘ndaki denklemidir. (Alıntı:evrenbilim) Einstein bu formülle bize enerji ve madde arasındaki dönüşümün en net formülünü vermiştir. Yani madde olarak gördüğümüz her şey (vücudumuz da dâhil) enerjidir ve ilk önce enerji, ardından maddeler oluşur.  Fakat bizim beş duyumuzla algıladığımız frekans değerleri sınırlıdır. Mesela; Gama ve X-Ray ışınlarının dalga boyu kısa ve sık, yani titreşimi yüksektir. Bizim duyumuzun dışındadırlar fakat etkilerini deneyimleyebiliriz. Örneğin radyasyonun zararlı etkilerine maruz kalmamak için röntgen teknisyenleri kurşun geçirmez yelek giyerler. Fakat, ultraviyole ışınının bir kısmı bizim duyu alanımıza girer. Örneğin; Güneş ışığı. Aşağıdaki görselden bu ışınların elektromanyetik spektrumuna bakabilirsiniz. (Bknz: Görsel:2) İşitmede de aynı şey geçerlidir. Kulağımız sadece belli aralıktaki sesleri ayırt edebilir. Fakat bazı psişikler bu aralığın dışındaki sesleri duyabiliyorlar. Kediler ve köpekler de bizden daha fazla ses duyar. Görsel:3’e bakarak, insan ve bazı hayvanların işitme sınırlarını da görebilirsiniz.

Işınların elektromanyetik spektrumuGörsel: 2

insan ve bazı hayvanların işitme sınırları 

Görsel: 3

Gelgelelim bize; ne ilginçtir ki bizler enerjiye, üzerinde yürüdüğümüz toprağın ötesine yayılmış, çok uzaklarda bir yerlerde, bizim dışımızda işleyen bir sistem gözüyle bakarız. Hakikat ise, varlığımızın tam içinde ve yaşadığımız atmosferin her tarafında mevcut olmasıdır. Bizler yaşarken kozmosun her köşesini enerji boyutunda etkileyen aynı zamanda etkilenen varlıklarız. Bu nedenle enerji frekansları konusuyla uğraşırken bunların stratosferde titreşen gizemli bir şey olmadığını hemen kendi içsel alanımızda bulunduğunu, hem fiziksel hem de ruhsal anlamda enerjiyle beslendiğimizi ve buna ihtiyacımız olduğunu bilmemiz gerekir. Kısacası enerji vücudumuzun yakıtıdır. Enerjilerin bizi şifalandırma ya da bize zarar verme becerisi vardır; bu yüzden, sağlıklı kalmak istiyorsak, bunların bizi nasıl etkilediğini iyi bilmemiz gereklidir. Örneğin; Bilgisayarlar, cep telefonları ve elektronik aletler tarafından üretilen belirli elektromanyetik enerjiler, bedenimizle iyi bir uyum içinde ve senkronize halde olmayan enerji kodları ve frekanslarını içlerinde barındırırlar. Kendimizi bu tipli elektromanyetik enerjilerle çevrelediğimizde, vücudumuzun doğal akışındaki enerjimizin bozulmasına yol açarlar. Bu sebeple bu tip enerjiye uzun süreli maruz kaldığımızda, enerjimizin doğal akışının bozulmasına ve çeşitli sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına sebep olabilir. Bilgisayar ekranına çok uzun süre baktıktan sonra baş ağrısı ve göz yorgunluğu yaşamamızın sebebi budur. Düşük frekans içeren bir yemek yiyor olmamız da, enerji seviyemizin bozulmasına sebep olabilir. Genetiği değiştirilmiş, doğal olmayan gıdalar buna örnek gösterilebilir. Vücudumuzun parçalarının belirli frekansları yayması gibi, yiyecekler de farklı frekansları tutar. Organik ve taze yiyeceklerin konserve veya işlenmiş yiyeceklerden daha sağlıklı olduğu bilinir, fakat nedenini biliyor musunuz? Dr. Bruce Tainio ve arkadaşları bunları da ölçmüş ve şöyle bir sonuca ulaşmışlardır:

Taze yiyecek ve otlar: 20-27 Hz

Kuru yiyecek ve otlar: 15-22 Hz

İşlenmiş veya konserve yiyecek: 0 Hz

Yani konserve yiyebilirsiniz fakat bu sadece sizin açlığınızı giderir. Sizin beden titreşiminize etkisi olmaz. Ayrıca belli frekanslardaki müzik de bizleri olumlu ya da olumsuz etkileyebilir. Mesela; Beatles’ın bir konseri İsrail’de iptal edilmiştir, sebebi ise “kitlesel histeri yaratması, cinsel istekleri tetiklemesi ve saldırganlığı tırmandırması” olarak belirtilmiştir. Bugün A yani La notası 440 Hz’e sabitlenmiş ve buna “Standart Tunning” adı verilmiştir. Normalde insan bedenine iyi gelen ve yükselten frekans 444 Hz hatta 528 Hz’dir.  Müziğin ruhun gıdası olduğunu, ses dalgalarının yarattığı titreşimlerin, su moleküllerini değiştirebildiğini ve bedenimizin de %80’ninin suyla kaplı olduğunu bildiğimizde, müzikten etkilenmemek pek de mümkün gözükmemektedir.

O halde neden La notası 440 Hz’e sabitlendi?  

Bununla ilgili çeşitli iddialar var. Radyo tekelini elinde bulunduranların “Standart Tunning” dedikleri bu frekans ile mekanik olarak dinleyicilerin duygularını kontrol altına almaya yönelik çalışmalar yaptığı ve bu sayede kitlelere ticari ilgi alanlarını önceden dayattırdıkları yönündedir. Hatta müzik sektörünün buna göre konumlandırılması da kitle denetimi ile ilgili olabileceği söylenmektedir. Ayrıca 1. ve 2. Dünya Savaşı sırasında frekans teknolojileri alanında bilimsel çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Petrokimya ve ilaç devleri tarafından frekans teknolojisinin bu savaşlarda kullanılmış olduğunu düşünürsek, bu iddianın pek de asılsız olduğunu söyleyemeyiz. Sadece radyo değil televizyon, sosyal medya, yazılı medyanın da direkt olarak bizim algı frekansımıza etki ettiğini pekâlâ söyleyebiliriz. Zira bir düşünceyi ya da ideolojiyi dikte etmek de aslında frekans sisteminin kullanılmasından ibaret.  Popüler kültüre hiç girmiyorum bile!

“Müzik ruhun gıdasıdır.” demiştik; işte müzikle ilgili bir diğer örnek ise; Solfeggio Frekans sistemidir. ‘Solfeggio Frekansları’ – ‘Solfeggio Skalası’ antik çağlardan gelen, müzikal bir ton skalasıdır. Eskiler, bu ton skalasının evrenin prensipleriyle uyumlu olduğuna inanmış ve bu skalanın ruh ve madde dünyasının mükemmel uyumunun bir yansıması olduğunu söylemişlerdir. Hatta ilahilerde bu skala kullanılmış fakat daha sonra yasaklanmıştır. Günümüzde ise bunu tekrar gündeme getiren kişi Dr. Joseph Puleo’dur. Puleo, ilk olarak çalışmalarına 1988 yılında başlamış ve kendisi bu unutulmuş bilgiyi tekrar ortaya çıkaran kişi olmuştur. Dr. Joseph Puleo mistik bir vizyon görmüş, ardından teorisini oluşturmaya başlamış ve kendisini bu konuya adamıştır. Kendisi DNA’nın kollektif hafızayla bağlantılı olduğunu, her şeyin bir bütün olduğunu belirtmiş ve çalışmalarını DNA’nın aktivasyonu üzerinde yoğunlaştırmıştır. Spesifik olarak 528 Hz frekansın DNA üzerinde iyileştirici etkilerini bulgulamıştır. “Healing Codes for the Biological Apocalypse“ adlı kitabında ise skalasını pisagor karesi metodu adı verilen bir çeşit numeroloji metodu ile oluşturduğunu yazmıştır.

Enerji sistemleri nasıl çalışır?

“Her şey enerjidir ve her şey yalnızca bundan ibarettir. Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda artık yapacak bir şey yoktur o gerçeklik size ait olur. Bundan başka bir yol yoktur. Bu felsefe değildir. Bu fiziktir.” Albert Einstein

Aslında enerji sistemi öncelikle düşünce ve duygularımızı etkiler, ardından fiziksel bedenimize yansır. Bunu bir lineer bir çizgi gibi düşünebilirsiniz. “Yaşanılan Olay (Travmatik olabilir de olmayabilir de) – Düşünce – Duygu  – Bedensel Hisler (Psikosomasyon) – Fiziksel Rahatsızlıklar.” (Burada genetik rahatsızlıklar, konu dışı tutulmuştur; bunun için epigenetik konusu ve karma sistemi araştırılabilir.) Fakat bazıları direkt olarak bedenimize girer. Mesela; Güneş ışığı, müzik, besinler, aromatik kokular… Ama ister direkt ister duygu ve düşüncelerle olsun enerjiler bize, aurayı (enerji bedeni) aracı kılarak etki ederler. Aura yani enerji bedeni, bir nevi bedenimizi saran kılıf gibidir. İnsanın enerji alanı ya da enerji bedeni (Aura) ya da biyo-alan, insan yaşamıyla yakından ilişkili olan evrensel enerjinin dışavurumudur. Fiziksel bedeni kuşatan ve fiziksel bedene nüfuz eden ışık bedeni olarak tarif edilebilir. Her aura kendi karakteristik radyasyonunu yayar. Her auranın meridyenleri (enerji yolları) ve çakraları (enerji merkezleri) bulunur. Aura, fiziksel bedenimizden çok daha yüksek bir titreşime sahiptir. Bu sebeple beş duyu algımızın dışındadır. Ama bazı psişikler bunu görebilir ya da bizler de altıncı his dediğimiz duyumla onu hissedebiliriz. Bu sisteme inanmayan bir insan bile aslında gün içerisinde aurasının yarattığı etkileri sezgisel anlamda deneyimler. Örneğin; Kalabalık bir ortama girdiğinde şöyle diyebilir: “Burası beni sıktı, iyi hissetmedim.” Hatta bulunduğu ortamı terk edebilir. Aslında bu o kişinin enerji alanının, içine girdiği alanla olan uyumsuzluğu sonucu ortaya çıkar. Ya da bir anda arkadaşının hastalandığını sezip, telefonla arayabilir. Bunlar altıncı hissimiz ve enerji bedenimiz (Aura) vasıtasıyla olur. Aksi halde bedenimiz çok kaba bir titreşim olduğu için bu gibi yüksek sezgisel hisler ona direkt olarak tesir edemez.

Aurayı fotoğraflayan teknikler geliştirilmiştir. Bunlardan biri Kirlian Tekniği’dir. Fakat hala bilimsel otoritelerce sorgulanmaktadır ve auraya inanmayan bir kısım da bulunmaktadır. Fakat bu muhalif yaklaşımlara rağmen aura antik uygarlıklardan beri bilinmekte ve aurayı kuvvetlendirecek teknikler ortaya konulmaktadır. Günümüzde EFT (Duygusal Özgürleşme Tekniği) olarak bilinen tekniğin kökeni, Çin Akupunktur Tıbbı’na dayanmaktadır. Tamamen aurayı kuvvetlendirme ve psikolojik, fiziksel rahatsızlıkların iyileşmesi üzerine odaklanmaktadır. Yoga, meditasyon gibi sistemler de aurayı kuvvetlendiren, insanın enerji dengesini kurmasını sağlayan ve binlerce yıldır uygulanan tekniklerdir. Hatta bu teknikler artık enerji tıbbı olarak literatürde yerini bulmaya başlamıştır. Bunu enerji psikolojisi de takip etmektedir. EFT aynı zamanda bir enerji psikolojisi tekniğidir. Kısacası enerji tıbbı bugün eski şamanik şifa uygulamalarının modern kültürlere tanıtılmasından, modern hastanelerdeki güçlü elektromanyetik ve görüntüleme teknolojilerinin kullanımına kadar pek çok alanda yer almaktadır.

Hastalıklarımız çoğunlukla enerjetiktir; sürekli öfkeli olan birinin yaydığı enerjetik frekanslar negatif tarafta fakat yüksek titreşime sahiptir. Bu nedenle etrafına ve kendisine daha fazla yıkım getirir. Eğer bu problemini çözmezse, bir süre sonra bedensel rahatsızlığa yakalanma olasılığı daha yükselecektir.  Bir örnek vermek gerekirse, depresyon, dış uyaranlara karşı duyarlığın azalması, girişim gücünün ve kendine güvenin yiterek umutsuzluğun, karamsarlığın güçlenmesi biçiminde beliren ruhsal bozukluktur. Enerji sistemindeki tanımına göre ise depresyon, enerji akışının çok düşük olması halidir. “Depresyon ile kalp kırılması deneyimi arasında mutlak bir bağlantı bulunmaktadır. Kalp kırıklığı insanların depresyona girmesinden önce yaşanır ve insanlar genellikle kalplerinin neden kırıldığının farkındadırlar. Bu mecazi değil, gerçek bir tanımdır. Kalbi doğrudan etkileyen bir olay, yüreğin merkezi dediğimiz enerji sisteminde blokajlar oluşturan arızalara yol açar. Neyse ki enerjinin kalbi bir kemik gibi kırılmaz. Bu, enerjiyle onarılabilecek bir sistemdir. Kalbi iyileştirecek olan enerji yalnızca sevgidir.”(Alıntı: Dr. Silvia Hartmann) Çünkü aslında çağımızın vebası olan depresyonun çıkış sebebi sevgisizliktir. Sevgisizliğe karşı oluşturulan bir savunma kalkanıdır.

‘’Düşünce şeklimiz ve tarzımız bir devrim geçirdi. Artık eskiye göre daha farklı gözlerle bakıyor; farklı kulaklarla duyuyor ve farklı düşünüyoruz.’’ Thomas Paine

Yeni çağ sezgisini ve bilgisini birleştirenin olacak…

Gelgelelim ki; sistem, enerji ile bu kadar tümleşik bir şekilde yapılanmışken, bunu görmezden gelmemiz mümkün gözükmemekte. Zaten bu konuda ilgimiz de gün geçtikçe artıyor. Çağımızda hiç olmadığı kadar enerji terapisti var, her 5 insandan 2’si enerji nedir biliyor. Yoga ve meditasyon gibi sistemlere dönüş arttı. Bununla ilgili kitaplar da çoğaldı. Hatta psikoloji bilimi Mindfulness ile, temeli bu sisteme dayanan yeni bir tekniği literatüre soktu. Üstelik araştırma sonuçlarına göre bu teknikleri düzenli kullanan kişilerde psikolojik rahatsızlıkların iyileşmesinde olumlu etkiler de görülmüştür. Kısacası kaotik olduğu kadar müthiş potansiyel yüklü bir zamanda yaşadığımızı çoğumuz artık fark etmeye başladık. Tıpkı yaklaşan bir depremi hissedip huzursuzlanan hayvanlar gibi siz de büyük bir değişim için gizliden gizliye hazırlandığınızı seziyor olabilirsiniz. Gitgide iç ve dış enerjinin, bu enerjilerin niteliklerinin ve hangi prensiplerle (frekans, vibrasyon, rezonans, dalga, salınım, döngü vb.) işlediklerinin daha çok farkına varmaktayız. İnsanlık değişiyor, insanlık tekâmül ediyor ve insanlık frekansını yükseltiyor. Artık bilgi çağı (bilgi toplumu) evrim geçiriyor ve sezgi çağına (sezgi toplumu) doğru evriliyor. Artık salt akıl sorunları çözmeye yetmiyor. Akıl, sezgi ile birleştirildiğinde anlam ifade ediyor. Bizler frekans anlamında gerçekleşen evrim sürecindeyiz. Bu süreç bizim duygularımıza ve düşüncelerimize ivme kazandırıyor. Dolayısıyla daha hassas, daha uyanık ve daha empatik bir hale geliyoruz. Ama bununla birlikte sistemi yanlış kullanan kişiler/kurumlar tarafından etkilere de daha açık hale geliyoruz. Bu sebeple sevgili okurlar, iyice öğrenin ve araştırın. Zira bu sistem çok hassas bir terazide işlemekte ve bir silah olabileceği gibi bir şifa da olabilmekte…

 

Yazının tüm hakları tarafımıza aittir. İzinsiz kullanılamaz ve yazar ismi kullanılmadan kopyalanamaz.

Kaynaklar:

Web Siteleri:

http://www.cochlea.org/en/hear/human-auditory-range

https://hayatinisaretdili.com/frekans-titresim-ve-salinim/

https://www.mindvibrations.com/528-hz-dna-repair/

http://www.butundunya.com/pdfs/2016/05/115-119.pdf

http://www.mistikakademi.com/dr-robert-becker-ve-dr-john-zimmerman-in-arastirmalari

https://courses.lumenlearning.com/introchem/chapter/plancks-quantum-theory/

https://socratic.org/questions/how-does-energy-relate-to-wavelength-and-frequency

https://www.quora.com/What-are-the-postulates-of-Planck-s-quantum-theory

https://byjus.com/physics/frequency-and-wavelength/

https://listelist.com/zehirli-frekans/

https://dergipark.org.tr/download/article-file/177808

https://mindfulnessinstitute.com.tr/mindfulness-bilincli-farkindalik-nedir/

https://www.iris.edu/hq/inclass/animation/building_resonance_the_resonant_frequency_of_different_seismic_waves

https://www.emfresearch.com/the-body-electric/

https://www.goodtherapy.org/learn-about-therapy/types/biofeedback

https://medium.com/meducated-org/how-to-heal-your-body-by-using-the-frequency-of-life-9307af550fbb

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22947381

https://innerself.com/content/living/health/healing-disciplines/9755-how-to-clear-heal-energize-and-protect-your-energy-frequency.html

https://www.magnificentu.com/vibrational-medicine-energy-healing/

Kitaplar:

The Body Electric- Robert O. Becker/Gary Selden

The Promise Of Energy Psychology- David Feinstein, Donna Eden, Gary Craig

Vibrational Medicine- Richard Gerber

Frekans-Penney Pierce

Enerji Tıbbı- Donna Eden

Enerji EFT- Silvia Hartmann

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
nodira
Üye
29 Mayıs 2020 00:59

Kimileri Bilgi çağını beklerken, Sezgi çağı geldi bile. Bilgiler temelinde yaratıldı veya üstündeki tozları temizlenip, açığa çıkarıldı, sadece bilgiye, denenlere-deneyime inanır ya bizim insan, sezse bile, dur, bekle, der. yanlış sezdiğinde korkar. Adım adım getirildik menzile.
Muhteşem derleme olmuş. Yazanın emeğine sağlık.

1
0
Would love your thoughts, please comment.x