Gecenin ilerleyen saatleriydi, uykum gelmeyince balkona çıkıp gökyüzünü inceleyeyim dedim.
Bunu yapmayı çok seviyorum, ay da yoksa gökyüzünde, daha çok belli olur gecenin pırlantası gibi parlarlar onlar. Ben de bu mücevherlere bakıp, göz kırparım, ne haber nasılsınız diye de sohbet ederim çocukluğumdan beri.
İçlerinden biri elbet duyuyordur, hissediyordur. Başımı kaldırıp bakınca Kuzey Yıldızını gördüm. Sirius mu desem? Şi’Ra mı desem Şimal mi desem? Hepsi aynı yıldız, farklı kültürlerde farklı isimlerle anılıyor. Göz kamaştırıcı bir güzelliği vardı yine, sanki gülümsüyordu bana. Sonra kapattım gözlerimi, uzandım balkonda, çocuk Gülay’ın anılarına götürdü zihnim beni.
Çocukken, çok konuşur ağlardım hüzünlü anlarımda, en parlak yıldız oydu, hep ona bakarak seslenirdim. Hak, Allah, Hu, Ulu Manitu, Ruh, Evren, bildiğim her kelime ile seslenirdim, ağlardım, niye beni yalnız bıraktın? Senden ayırdın, terk ettin beni, o da yetmiyormuş gibi, dünyada bana yakın olan insanları da aldın benden. Niçin hep ben? Ne yaptım ben sana, ceza mı veriyorsun bana?
Sorardım yanıt gelmezdi o vakitler. Kızgındı içimdeki güzel pırlantam, Şimal Yıldızım benim, küsmüştü bana da, herkese de. Yaratana da… Sonraları hepsinin yanıtını aldım tabii ki. Çocukluk işte, hayalinin sınırı yok, konuşmanın da sınırı yok, O İlahi Ol’anla.
Büyüdükçe hep bu kelimeler çınlardı kafamda. “Beni niye terk ettin” diyen ses o kadar büyümüştü ki, öfkem tüm evreni yıkacak haldeydi, kırklı yaşlarıma geldiğimde. Her şey üzerime gelirken, bazı insanların, kalbimde açtığı yaranın cerahatları da sarmıştı her hücremi. Ya Hu diyordum, her olumsuzluğu da bana mı yolladın Ya Hu? Hep de olumsuzluklar gelmeye devam ederdi bu söylemlerden dolayı. Söz büyü der evliyalar ve kuantum dünyası. Ne söylediğine, ne düşündüğüne dikkat et, güzel düşün, güzel söz söyle, güzel olsun diye de kutsal kitaplarda geçer.
“Güzelim, sen hep ne istiyorsan veriyorum, şikayet ettiğini de veriyorum“ derdi içimden bir ses
Kim duyar ki o sesi. Kafadaki gürültüden, hayat telaşından, koşturmacadan? Çıldıracak hale gelmiştim ve uçurumun ucundan düşmek üzereydim, beni tutmasaydı arkadaşım, belki de bedenim düşecekti falezlerden. Lakin ruhumun önündeki gaflet perdesi, korkuları, çıldırmışlıkları, zihnin deli eden halleri düşmüştü o uçurumdan.
İyi ki de düşmüş ruhumun önündeki o perdeler, çünkü sonra uyanışa girişimin başlangıcı oldu o anım. Ah nasıl bir çocukluk öfkesiydi boşalan o gün. Kırk üç sene beklemiş Ya Hu. Yüce Yaratana kızarken, meğer O , beni hiç terk etmemiş. Şira’dan ya da Kuzey Yıldızından ve tabii ki Evrenin her yerinden bakarmış, gönlüme akarmış. Kuranda da diyor ya Şira Yıldızının da Rabbiyim diye Necm/49. Kendime kavuşmam içinmiş, geçmiş öfkeler, delilikler.
Aşk Okyanusunda damlayım deyip, okyanustan hep ayrı görürdüm varlığımı. Hep ikilik içindeydi zihnimdeki kavgalar. Defalarca sessiz çığlıklarla kahrolurken, ölüp ölüp dirildim. Diriltti O Yüce Yaradan hep. “Sana ihtiyacım var Gülay kalk ayağa “dedi her düştüğümde. O’ndan başka elimden tutan yokmuş meğer. Çevreme koyduğu güzel insanlarla koruma altına almış hep.
Özümü görene kadar azgın çağlayanlar gibi kükredim durdum, amaçsızca aktım aktım da aktım, delirecek hale gelene kadar. Hep nehrin ters yönüne doğru kürek çekmekten, helak olana kadarmış bu akış çok şükür.
Okyanusa kavuşunca bitti artık ikiliklerim. Kendime vuslatım bitince, Aşk’a, Hak’ka başladı yolculuğum. Her daim yola çıkanın, yolunu açan Rab, Aşk ile açıyor artık yolumu. Yolumuz açık, yola çıkanın yolu açılır zaten. Artık geri gidişiniz yoktur ruhsal uyanışınız başladıysa. “Şans ile Aşk ile yürü Gülay’ım”dedi yürüyoruz o gün bugün… Yol sonsuz, dünyadan geçenim hancı, yolcuyum. Şuraya bir yatak ser yorgunum misali. Yüzümde bir gülücük oluştu, tam bu anı yazarken. Öyle de bir şarkı vardı hani ya, onu anımsadım. Yazı bitince açtım dinledim şarkıyı, o da iyi geldi ruhuma.
Kah orada, kah burada seyreder dururum Evreni diyen Mevlana misali, sema ederim, döner de dönerim; “Hu Allah, Aşk Allah” diye Sonsuz Olana raks ederim.