Kaybettiğimize duyduğumuz tutkulu acı, kaybettiğimize bağlılıktan dolayı bizim asla iyileşmemize fırsat vermeyecek olan bir bağımlılıktır”
Nasıl mı?
Bazen bir türlü iyileşemeyiz. Tıpkı aylarca, yıllarca süren bir hastalık gibi… Ruhunuz da iyileşmez, hatta bedensel hastalıkların bile altında bu yatar… “İyileşmeyi istememek.”
Bu kulağa çok tuhaf geliyor değil mi? İnsan ne neden iyileşmek istemez ki? İnsan acıdan zevk mi alır? Farkında bile değil ama evet. Hatta içgüdüsel olarak kendini daha büyük bir acının sanrısından korumak için bu acı ona şerbettir. İyileşmek istemez, çünkü onun altında bağımlılık vardır. Bağlılık vardır. Onu son buldurmak istemez, onun sonu olacak bir adım atmak hiç istemez.
Bunu kendisine bile itiraf edemez ve bununla yüzleşmeden kaçıp gider.
Acımız içinde hem savrulur hem besleniriz. Çünkü bağlıyızdır hatta bağımlı. Çünkü yaşadığımız o acı dinerse iyileşiriz, iyileşince kaybettiğimiz o şeyi, ya da kişiyi unuturuz. İşte sır burada yatıyor.
Acı o yüzden bitmesin istiyor ve onu besliyor iyileştirmiyoruz. Çünkü bu acı onunla aramızdaki son bağ.
Çünkü acı dinerse, iyileşiriz iyileşirsek, unuturuz, unutursak bağ kopar.
Onun varlığı ile tamamlandıysak yokluğunda yok olacağımızı düşündüğümüz için kaybettiğimiz ile yüzleşmez ve kabul etmeyiz.
Oysaki tamlığın bizde olduğunu gidenin ise sadece bunu hatırlatmak için gelen bir vesile olduğunu anladığımız an onu her an her yerde ve acısız bir şekilde yaşayabilir ve yaşatırız. Hayatımızdan gelip geçtiği için her an teşekkür ederiz.
Madde ölür, ruh bakidir. Olay ve insanlara madden değil manen yani anlamı, bıraktıkları ve hissettirdikleri ile baktığımızda kayıp değil bilakis kazanmış olacağız.