Yolculuk nereyeydi? Benden sana, senden bana, benden bize… Tüm bu karmaşa dünyasında en önemli olanı unuttuk mu? Benden bana olan mıydı yolculuğun en zorlu parkuru? Aradığımız, hatırlamaya çalıştığımız, koştuğumuz, yorulduğumuz, dinlendiğimiz tüm duraklarda tüm mecralarda tüm çığlıklarda, kavuşmak istediğimiz neydi ve kimdi? Hatırlanmak istenen neydi? Karanlık yönlerimizmacerasında içinde bulunduğumuz girdapta ne için yaşıyor, ne için koşturuyorduk? İnanç neydi ve ne için vardı? Dünyanın herhangi bir yerinde doğan bir çocuktan bizi ayıran neydi? Onların yaşadıkları doğruyla benim doğrum arasında fark var mıydı yoksa doğru da mı yoktu? Coğrafya kaderdi belki de? Bize ezberletilen, beynimizin kalbimizle iletişimini koparan, ruhu ise yok sayan öğretilerle köklenmeye çalıştığımız gezegende, aslında bir boşlukta asılı kalıp yuvasını arayan, bir kayıp insan yavrusu muyduk?
Karanlık yönlerimizi gördük önce. Korktuk belki. Sonra bir şekilde onlardan kurtulmaya çalıştık, sonra kontrol altına almaya… Belki onlarla barışık yaşadık belki de affettik. Aradık her yerde kurtuluşu, bir el istedik yaşamdan. Sonra bir kelebeğin kozadan çıkışı gibi yardımsız daha rahat uçabileceğimizi öğrendik. Uçmayı başarabildiğimizde de içimizdeki gitme isteğinin aslında kendimize dönme arzusundan başka bir şey olmadığını anladık.
Fakat dünya okulu zorlu, deneyim ağır geldi bazen. Test sürüşleriyle sınandık. Düştük, kalktık, defalarca defalarca sınıfta kaldık. Kendi kapımızın önünü temizlemek yetecek miydi yoksa topluca bir su tutmak mı gerekiyordu gezegenden aşağıya. Kolektif enerji dediler, göğsümüzdeki ağırlığa. Taşıyamadık gördüklerimizi. Olmayan yokmuş da duymayan çokmuş. Kimimiz derin bir nefesle oturdu meditasyona. Geçti ana kaynakla bağlantıya. Sistemden bilgi geldi yüksek sesle. Evet herkes kendi deneyiminde. Bazen eylemsiz kalmak gerekiyordu. Ne yaparsak yapalım olacakların önüne geçilmiyordu. O zaman da bir bakmışız gelmişiz yolun yarısına, belki de en güzel yaşlara.
On bin parçalık bir yapboz kutusunun önümüze dökülmesiydi hayat okulu. İlk parça ile son parça arasında hiçbir fark yoktu lakin oluşan resimde her bir parçanın kıymeti onu yapan kişinin yapış şekline ve parçaları koyma sırasına göre değişti. Her birimizin yolculuğu bu kadar kıymetli ve özgündü.
İlk parçayı koyduğumuzdaki “biz” ile son parçayı koyduğumuzdaki “biz”in değişimi ve karşımızda o benzersiz tablo. Peki tablodaki resim önceden mi çizilmişti, bizim deneyimlerimizle mi şekillendi? Buna da kader mi dediler? kimi bitirdi astı tablosunu kimi yarıda bıraktı kimi parçaları kaybetti. Peki bitirmek şart mıydı?