Bana bu dünyanın yaşamaya değer olduğunu hatırlat,
Bir zamanlar bir yerlerde okuduğum ama unuttuğum,
Zamanında babamın çok kısada olsa anlattığı hikayelerde dinlediğim.
Oysaki bana hep uzun, uzadıya masallar okusun istemiştim, sonrası zaten yeteri kadar gerçekler ile yüzleşecektim.
Ama o, çekilip köşesine düşünmeyi seçerdi, ya da tütününü sarıp, dalıp geçmişe kürek çekmeyi.
Bana düşüncenin çok da şart olmadığını hatırlat, elimizde ne varsa dümdüz yaşayabileceğimizi.
Sanırım babadan evlada kalan bir miras bu düşünce işi,
Bana dünyana sarılır gibi sarıldığında tüm sarılmaların varlığımı saran boşluğu dolabileceğini hatırlat.
Kalbime açmayı istediğim kapılar gibi bana açsan her sabah gözlerini.
Arıların bal yaparken, gözlerin içinde çalıştıklarını, her defasında bana derin derin bakarken hatırlat…
Dün yanıma bir arı geldi, ilk defa kovmadım onu, çünkü bana hatırlattı seni.
Şimdi biliyorum üzerimden bir çığ gibi geçen tüm hayatlar aslında hep beni sana hazırladı, bana lazım olan seni anlayabileyim diye,
Ey
Bana dünyanın yaşamaya değer bir yer olduğunu yeniden hatırlatacak kişi.
Bilmem, biliyor musun?
İnsanlar ruhlarından korkarlar,
Oysa ihtiyaçlarını karşılayacak tek yer orasıdır.
İnsanlar ruhlarından kaçarlar,
Çünkü onunla tanıştıklarında yüzleşeceklerinden korkarlar,
Ve insanlar korkuların en büyük sebeplerinin o kuyudan kaçmak olduğunu düşünür,
içine düşüp yok olmaktan öte üstelik.
Oysa ki orada içilecek şifa suyunun olduğunu, içine düşmeden hiç bir zaman bilmezler.
Ve asıl yok olma korkusunu hiç doğmamış birinin yaşadığını ve var olmak içinde önce yok olmak gerektiği, varlığının varlığına ereninde yokluk korkusu gütmediğini bilmezler.