Bazı sorular vardır, yanıtı arandıkça daha da derinleşir. “Gerçek nedir?” sorusu da onlardan biridir. Bazen bir rüyanın içindeymişiz gibi, bazen de uyanmış ama hâlâ başka bir düşte sürükleniyormuşuz gibi hissederiz. Zihnin oyunları, duyguların geçişkenliği ve algılarımızın kırılganlığı arasında salınırken, elimizde kalan tek hakikat ne olabilir?
Ütopik bir evrende, her şeyin zihnin bir yanılmasından ibaret olduğunu kanıtlamaya çalışan deneyler yapılırken, ben de düşündüm: Gerçek dediğimiz şey acaba neye dayanıyor?
Sanırım, her ne olursa olsun üzerimizde kalan, bizi sarıp sarmalayan ve şeklimizi değiştiren tek şey var: Duygularımız. Onlar, bazen görünmez bir örtü gibi üzerimize siniyor, bazen içimizde yankılanan bir ses gibi bizi yönlendiriyor. Zihin ise bu örtüyü gerçek sanıyor, duyguların yarattığı her kalıp düşünceyi hakikat gibi işaretliyor. Böylece zihin, duygulara yüklediği anlamlarla bizi kendi iç labirentimizde dolaştırıyor; her dönüşte biraz daha uzağa, biraz daha derine sürüklüyor. Ve biz, neyin gerçek olduğunu sanırken, aslında sadece duyguların geçici fısıltılarına kulak kesiliyoruz.
Anlamı yükleyen, içimizde büyüten, bize türlü görüntüler sunan zihnimiz; duygularımızın efendisi gibi içimizde dolaşıyor. O kadar absürt bir yapıda inşa etmiş ki kendini, tüm varlığımıza duygular üzerinden ayar çekiyor: Bazı şeyleri güzel gösteriyor, bazılarını tehlikeli ilan ediyor.
Aslında gerçeklik, her bireyin varlığında farklı biçimlerde ortaya çıkıyor. Normalde asla yemeyeceğin bir yemeği, o anki duygusal tetikleyiciler sayesinde büyük bir iştahla yiyebiliyorsun. Ya da hayatına sokmayacağın birini, zihnin hikâyeleştirip süsleyerek sana doğru çekim alanı yaratıyor.
Hatta bazen senin için en doğru potansiyele sahip iş ya da eylemi, zihnin yargıları ve keyfine kahyalık eden alışkanlıkları yüzünden itici, hatta korkutucu olarak gösteriyor. Duygular ise, korku ve sevgi arasında kök salarak kendi gerçekliklerini varlığımıza nakşediyor.
Ve işte bu yüzden, “gerçek” dediğimiz şey, aslında zihnimizin duygular aracılığıyla kurguladığı büyük bir illüzyondan ibaret olabilir.
Ama belki de sorun, gerçeği dışarıda bir yerde aramamızda… Oysa içimizde, bir anlığına da olsa her şeyin durduğu, yargısız, tanımsız bir boşluk anı vardır. İşte belki de gerçek, sadece orada yaşar: Adı konmamış, ama hep hissedilmiş bir yerde.
ve