Geçen gün önüme biz söz düştü kimin olduğunu hatırlamıyorum ama “Bu yüzyılın hastalığı; mutsuz insanlar mutlu fotoğraflar.” gibi bir sözdü. Ben de bu söze tamamen katılıyorum. Sosyal medya daha önce hiç haberimiz olmayan arkadaşlarımızın, akrabalarımızın hatta hiç tanımadığımız insanların tüm yaşamlarının gözümüzün önüne gelmesine ve her şeyden hızla haberdar olmamıza sebep oldu. Eskiden kimse kimsenin ne yediğini ne içtiğini, nereye seyahate gittiğini, çocuğunun hangi okulu kazandığını bilmezken şimdi bu konuların hepsi çarşaf çarşaf ilan ediliyor, bu da insanların ister istemez kendi hayatlarını başkalarınınkiyle kıyaslamalarına sebep oluyor.
Nişanlar, düğünler, ölümler gibi duyurulmak için paylaşılması normal olan olaylar dışında insanlar gerekli gereksiz her anlarını paylaşmak ve herkese ne kadar mutlu olduklarını kanıtlamak derdine düştüler. Hala başkaları için yaşamayı bırakamadık, kendimiz için yaşamayı öğrenemedik.
Ne yaşarsak yaşayalım aman bizi mutlu zannetsinler gibi bir kaygımız var. Hala kendimiz olamıyoruz. “Çok mutsuzum ama kimse bilmesin!” Neden? “Benim mutsuzluğumdan mutlu olurlar.” Düşüncelerimize bakar mısınız? Hangi insan bir başka insanın mutsuzluğundan mutlu olur? Birbirimizden bu kadar mı nefret ediyoruz. Bu kadar mı güvenmiyoruz insanlığa hala.
Bazen bir telefon geliyor. “İflas ettim her şeyimi kaybettim. Ne yapacağımı bilmiyorum. Dibin dibine düştüm!” diye anlatıyorlar. Dinliyorum, moral veriyorum. “Mutlaka bir çıkış vardır.” diyorum. Bu insanları kendine acımayı bırakıp çözüme odaklanmaları için cesaretlendiriyorum. Sonra bana diyorlar ki “Sizin gibi insan kaldı mı? Neredeyse bir saattir beni dinliyorsunuz. Bana zaman ayırıyorsunuz. Böyle kimse kalmadı artık.!”
Söyleyen de dinleyen de sadece insan. Olumsuz ya da olumlu bakan da sadece insan. Gerçekte hepimiz BİRiz aynı şeylere üzülür aynı şeylere seviniriz. Diğerlerinden daha mutlu olduğumuzu ispat çabasını, el alem ne düşünür kaygısını bıraksak ve durum her ne ise onu yansıtsak, hayat hepimiz için daha kolaylaşacak.