Sanat, kaotik bir ışıltıdır.
Tüm ifade biçimlerinin doğuşuna, ışıltısına neden olan şey, kaosun yadsınamaz varlığıdır.
Eğer bir kaotik döngü, sanat yolu ile ışıltıya dönüşmüyorsa, bu sarmalda kayıp yıldızlar gibi döner durur.
Yaşanılan bir yıkımın, belli zamansal döngülerde, hep bir yıkım olarak anımsatılması, anılması hiçbir şeyi değiştirmez.
Neden aynı sahneyi oynar dururuz, tekrar prova ederiz, yineleyip resmedip, sesleyip süsleyip, ağdalı bir aynılıkla sorumluluk, duyarlılık, acıma, vicdan, empati adı altında sunarız?
Olmuş olanı, dönüşüm adına olması gerekene evirerek sunabilme algı, bilinç ve yetisi, tüm evren için, bir devrim niteliği taşıyacaktır.
Bu anlamda sanat, anlatılmak istenen manaya, öz’e, erişebilirse, kolektif bir evrimi hızlandırmaya yetecek güçtedir.
Acıyı bal eylemenin, somuta indirgenmiş, elle tutulur halini, prototipler sunma halinde bile olsa yaratıma hizmet etmesi mümkündür. Bilinçteki bu değişim, öncelikli olmalı ki, kaynaktan gelen soyut bilgi, somuta inebilsin.
Yıkılmış evler, tuğla yığınları yerine her boyutta, tarz ve tasarımda yapılmış “Sağlam ve huzurlu ev” projeleri, uygun gelişimi kazanmış yaş grubundaki çocuklar tarafından yapılabilir. En güzel, en sağlıklı, doğal, sağlam, huzurlu ve renkli evler yapmak hem yapan, hem de bunları izleyen bilinçlerdeki, içsel yuva ve ev kavramlarını da etkileyecek, kaostan doğan ışığı görebilmelerine vesile olacaktır.
Bir bakış açısı, görme biçimi olarak nitelediğim sanatta aslolan bilinçtir.
Bu durumda bir objeyi, sanat eseri yapan şey, sadece bakış, algı ve bilinçtir. Ve sanat eseri diye sabitlediğimiz bir kavram, tanım yoktur.
Sanat, sanat eseri ve sanatçı kavramları, göreceli olup, “neye ve kime göre?” sorularıyla düşünülmesi gereken bir olgudur.
Bu kavramların öznel ve göreceli oluşu da aslında hiçbirinin var olmadığı gerçeğini gösterir.
Sanat, dünyayı anlamlandırma çabasının yarattığı bir algı jimnastiğidir.
Zihinsel ve sanrısal bir yaşam oyununu hem yazar hem oynar hem yönetiriz.