Günün birinde bir Hint fakiri, iki eli de cebinde gecenin yarı vakti, ıslık çalarak yolda yürüyormuş. Gökyüzü ışıl ışıl, esinti de pek hoşmuş. Burnuna pis bir koku gelince elini cebinden çıkarıp burnunu tutmuş ve yanından geçmekte olduğu çöplüğe kaymış gözleri ve tam düşüncelere dalacakken çöplükte yeşil yeşil parlayan bir şeye takılmış. İstemeyerek de olsa yaklaşmış çöplüğe, eğilip yeşil parıltıyı avucuna almış. Diğer eliyle de üstündeki çamuru, pisliği temizlemeye başlamış. Kıymetli bir şeye benziyormuş. Koluna silip parlatınca bunun bir zümrüt olduğundan şüphesi kalmamış. Şaşkınlık içinde kalmış fakir, bu büyüklükte, böylesine güzel bir zümrütün çöplükte işi neymiş. “Ya biri düşürmüş olmalı ya da yanlışlıkla çöpe atmışlar” diye geçirmiş aklından. Gayriihtiyari etrafına bakınıp zümrütü cebine koymuş ve bir eliyle de sürekli kontrol etmiş yol boyunca düşürmemek için. Çok ihtiyatlıymış bizim fakir ama gidecek ne evi varmış ne de bir yatağı. Sokak sokak, köy köy dolanan, küçük işlerden küçük paralar kazanan bir fakirmiş işte. Hayatında hiç böylesine değerli bir şeyle karşılaşmamış bile. Tüm bildiği isimlere şükretmiş. Ancak bir sorun varmış ne yapacak fakir zümrütü.
Satmaya kalksa ne kadar edeceğini hiç bilmiyormuş, hem sahibi varsa ve öğrenirse bu kez onun çaldığını düşünebilirlermiş. Hem bir fakire ne için olursa olsun kim çok para verir ki? Bir yolunu bulup zümrütü alırlarmış elinden. Ya onu kaybeden azılı bir katil ya da hırsızsa, o zümrüt için canlar aldıysa, o zaman çok daha kötü… Fakir tek sahip olduğu canından da olurmuş. Birden korkuya kapılıp avucunda sıkı sıkıya kavramış zümrütü, öyle çok öyle çok sıkmış ki zümrütün işlenmiş köşeleri fakirin elini kesmiş ve kanatmış.
Kendi kendine bir söz vermiş: “Kimseye göstermeyeceğim, kimseye anlatmayacağım, bu benim sırrım artık. Benim olması için böyle yapmalıyım”. Uyurken gömleğinin içinden kalbine bastırmış ve uyanana kadar hiç çekmemiş elini kalbinden. Uyandığında teninde zümrütün izi kalmış. Günler günleri kovalamış bu şekilde. Fakir, bir gören olur, bir anlayan olur diye insanlardan uzaklaşmaya başlamış. Bu yüzden ne ufak tefek işlerde çalışabiliyor ne de doğru düzgün yemek yiyebiliyormuş. Fakir artık ıslık çalmaz, yıldızların altında dolaşmaz olmuş. Hep gizli bir yerde zümrütünü çıkarıp bir tek onunla konuşur olmuş. İçinde bulunduğu durumdan hoşnut değilmiş ama bu zor durumda ne yapacağını da bilmiyormuş. Zümrüte sorduğundaysa zümrüt cevap vermiyormuş. Defalarca Ganj”ın sularına fırlatmayı bile düşünmüş ama kıyamamış. Ne de olsa bir fakirin hayatında ilk kez güzel bir zümrütü olmuş. Düştüğü durum öylesine zormuş ki “Belki de tıpkı benim gibi başka bir fakir taşıyamadı da çöpe fırlatıp attı” diye geçirmiş aklından.
Az gitmiş uz gitmiş, harap ve bitap bir şekilde bir köyün girişinde yığılıvermiş ve zümrüt avucundan kayıp başının ucunda durmuş. Gözlerini tekrar açtığında köyün bilge ninesinin evinde yatmaktaymış. Gözyaşları içinde başına gelenleri bir bir anlatmış. Peşinde hırsızların, katillerin, efendilerin olduğunu, çok uzun zamandır kimseyle konuşmadığını, zümrütünü ne kadar sevdiğini, onun dostluğundan varlığından dolayı kendini ne kadar zengin ve değerli hissettiğini anlatmış. Ama bir türlü zümrütün kendine ait olduğuna inanamıyormuş. Ne kadar uzağa gitse de ne kadar bu sırrı gizlese de içinden bir ses ona, zümrütü bulduğu anı hatırlatıyormuş. Bilge nine zümrütü parmaklarının arasında evirip çevirerek inceliyormuş fakirin anlattıklarını dinlerken. Sonunda zümrütü fakirin eline tutuşturmuş, avucunu kapatmış, sonra elini fakirin bağrına bastırmış. “Al, bu senin! Bunu sen fakirliğinle, güzelliğinle, saflığınla hakkettin. Bunu bağrına kalbinin içine göm çünkü bu senin temiz kalbinin eseri. Korkma artık”. Fakir mutluluğunu gizleyemeyip tekrar ağlamaya başlamış. Duyduklarına inanamıyormuş. Demek ki böylesine güzel bir şey benim artık diye koşa oynaya sokaklara fırlamış. Yine de temkinliymiş, uluorta zümrütten bahsetmiyor, artık onun kendisinin olduğunu düşünüyormuş.
Bu düşünce onu öyle ferahlatmış ki artık yine ıslık çalıp yollarda gezinebiliyor, en güzel ağacın altında ferah ferah uyuyabiliyormuş. Üstelik kendini daha değerli ve zengin hissettiğinden, yaptığı işlerden daha çok para istiyor, daha zengin insanlarla konuşmaya cesaret edebiliyormuş. Fakirin artık ceplerinde para ve hatta bir para kesesi varmış. Fakir zümrütünün uğuruna inanmaya başlamış. Giyim tarzı değişmiş, artık ağacın altında değil küçük şirin otellerde bile uyumaya başlamış. Zümrüt ona uğur getirmiş ve bu uğurla nereye gitse yolunun açık olacağına inanmış. Yine böyle bir günde küçük bir otelin odasında uykuya dalmışken gözünü bir açmış ki hırsızın biri göğsünde sakladığı zümrütü eline almış inceliyor. Uyandığını çaktırmadan fırlamış yerinden ve ani bir hamleyle hırsızı itmiş, zümrüt hırsızın elinden düşüp yere yuvarlanmış. Fakir, zümrütü düştüğü yerden kapar kapmaz tüm çevikliğiyle dışarı atmış kendisini ve koşmuş koşmuş… Ta ki nefesi kesilinceye dek. Panik halde ne yapacağını nereye gideceğini bilmiyormuş, üstüne başına yeni ayakkabılarına bakmış ve kızgınlıkla fırlatmış üstünden çıkardıklarını, para kesesini de savurup atmış. “Kesin beni zengin gördüler, o yüzden soymak istediler, istemem ben öyle zenginlik, zümrütümün güzelliğini seviyorum, artık uğuruna da inanmıyorum” diye isyan etmiş.
Çaresiz fakir yine başladığı noktaya dönmüş. Zümrütü ne yapacağını bilemez halde adımlarını arşınlarken aklına bilge ninenin sözü gelmiş: “Bu zümrütü kalbine, bağrının içine göm çünkü senin temiz kalbinin eseri bu”. Fakirin gözleri parlamış, bağrını bir bıçakla açıp zümrütü kalbinin kenarına yerleştirmeye karar vermiş. Ne kadar acı verirse versin tüm hayatını bu korkuyla yaşayamazmış. Yaşarken bu acıyı çekmekten iyiymiş. Zümrütüne tekrar bakmış, elinde çevirmiş, parlatmış, onu öpmüş, koklamış, başına koymuş, tekrar öpmüş… Sonrasında söylediği gibi keskin bir bıçakla yarmış kendi bağrını fakir ve zümrütü kalbinin yanına yerleştirip, dikmiş derisini. Bunu yapmak hayli zamanını almış. Sonunda yarası iyileşse de kalbinde hep bir acı bırakmış zümrüt, kenarından batıp kalbini yavay yavaş hasta etmiş. Kalp atışları değişen fakirin günden güne yaşama sevinci bitmiş ve yine bilge ninenin yaşadığı o köyün önünde yığılıvermiş. Bu defa zümrüt düşmemiş ama yere çarpmanın etkisiyle belki kalbine iyice saplanmış ve fakir de düştüğü bu yerden hiç kalkamamış.
Ayaklarının dibinde yatmakta olan fakire bakmış uzun uzun fukara. Fakirin ölümüne ne üzülebilmiş ne sevinebilmiş, ne gülebilmiş ne ağlayabilmiş. Tatlı bir esinti, ıslık çalan kuşlar ve dağılmakta olan bir bulut almış fukarayı olduğu yerden ve bir avuç kum gibi savurmuş dünyanın gözüne. Fakir öldüğünde fukaranın serveti dünyaya dönüşmüş.