Duygusal yaraları iyileştirmenin yegane yolu bağışlamaktan, bağışlamanın yolu da kabul etmekten geçer desem ne dersiniz?
Zihninizde, affedilmez bile olsa sizi yaralayanı bağışlayın diyorlar ya birçok öğretilerde.
O öyle hemen mümkün olmuyor biliyorum.
Kabule geçebilmek, ayrı bir bilinçliliğe gelmeyi gerektiriyor, bu da bir süreç oluyor.
Affetmeyi karşınızdaki, hak ettiği için değil , siz acı çekmek , size yapılanı her hatırlayışınızda kendinizi bir kez daha yaralamak istemediğiniz için, zaman ilerledikçe, kabule geçtikçe, kendiliğinden zaten affedilme sürecine giriliyor çünkü siz değişiyorsunuz.
Çünkü sizin bilinç seviyeniz kabule geçince genişliyor, açılıyor, büyüyor.
Başkaları size ne yapmış olursa olsun , kendinizi sürekli hastalıklı hissetmek istemediğiniz için kabule geçebiliyorsunuz.
Hemen sıcağı sıcağına oluyor mu?
Hayır olmuyor, zamana bırakın, affetmeyin de gerekirse o ayrı.
Kabule geçip, o yaranın, hikayenin içinden çıkabilmek, önemli olan o. Kendinize karşı beslediğiniz şefkatten ötürü de, bu kabul bağışlamayı ileride getirir mi?
Getirdi bende.
43 yıldır, bana yapılan yanlışlıklardan dolayı biriken, öfkelerini yok eden, bağışlayan biri olarak kalbimden yazıyorum bunları, deneyimlerimi.
Bu geçmişte olanlarda, benim senaryomun farklı versiyonlarıymış.
Hepsi bu yaşanılanların, hikayemin birer parçalarıymış. Onu da anlamak, başka bir farkındalık ile bilinç sıçraması yarattı bende, o da ayrı bir şey tabii ki. Şimdi iyi ki öyle olmuş, olan her şeyin bir sebebi varmış diyebilmekte, büyük bir devrim kendimde.
Biri deseydi bunu inanmazdım, kendim yaşadığım ve hissettiğim için inanıyorum. Bunlardan arınmadıkça, geçmişin izlerinin bir kısmını silmedikçe ya da azaltmadıkça kinleri, kızgınlıkları, hayatınıza, yenilikleri bolluğu, bereketi, sağlığı, aşkı, parayı, huzuru kolayca çekemiyorsunuz diyorlar, bak buna katılıyorum.
Yaralı bir kalbe, öfke dolu kalbe inanın ruhunuz da ulaşamıyor.
Hal böyle olunca, ilahi Sevgi ve Aşk’ta hissedilemiyor.
Yaralar, öfkeler, blokajlar oluşturmuş nasıl hissetsin o kalp?
Sufizm de ve tüm dinlerde denir ki;
“Kalp evini temiz tut ki, Yaradan ziyaret edebilsin aşkıyla, kapını çalabilsin.” Kapı o kadar çok çalınıyor ki, yaralardan duyamıyor, göremiyor, hissedemiyor, yaşayan bir ölüye dönüyor insan çocuğu, kızı, erkeği. Ve bir gün uyanmayı bekliyor ruh, bu gafletten kurtulmak, duygulardan özgürleşmek ve sonsuzluğunda “Olmak “istiyor.
İşte o gün kalp, zihin ve her şey lal oluyor. Aşka, kalp, zihin, beden, duygular teslim oluyor ruha.. Yani teslimiyet dışarıda olan bir şey değil. İçinde olana teslim olmaktır. Ruh da ilahi olanı anımsayıp daha çok yükseliyor. Bu benim fikrim, deneyimim.
Geçenlerde katıldığım bir eğitimde de, eğitimci teslimiyeti şu şekilde ifade ediyordu, bu da bana iyi geldi.
Dedi ki;
“Bahsedilen teslim olmak aslında kabul etmektir. Bu bazen yanlış anlaşılıyor. Tabi ki yanlışı yapılanı kabul etmiyoruz.” “Kabul ediyoruz evet bir yanlışlık var. Mesela hayatın içinde atom bombası varsa atılacak, onu kabul etmek değil, ona karşı çıkmak için çalışmalısın. Bahsedilen teslim olmak ve kabul etmek, ruhsal bir haldir…
Kabul etmemeli mesela ekonominin getirdiği pahalılığı. Onunla ilgili mücadele edip, eyleme geçilebilir. Bu teslimiyete dahil değil, yanlış anlaşılıyor bu. Ruhsal teslimiyette kabul ettim seni affettim egosu olmaz. Birey yok burada, teslimiyette senin hikayen yok” Muhteşem bir anlatım değil mi? Ego, zihin teslim olmuş, benliğin yok orada, eski sen yoksun. içeride yaşanan bir şey bu teslimiyet. Kadir’i Mutlak Yaradan kalbinde.
Egonun, nefsin, kibrin olmadığı yere teslimiyet.
Sen, sen değilsin artık
O’na teslim oluyorsun
O’na güveniyorsun.
Farkındalık çalışmalarında
(mindfulness pratiklerinde) buna şöyle değiniliyor.
Egonun olmadığı yere ilahi olan
(Tanrı, Allah) deniliyor.
Olan her ne ise onu kabul ediyorsun.
Çok derin değil mi?
“Ol’an her ne ise onu kabul edebiliyor musun?”
Bu da sanırım bizim tasavvuf ilminde Razı olmak, rıza makamı.
Ne verirsen ver Rab razıyım.
Çok yüksek bir makam…
Kolay olsun insan mertebelerine yükselişimiz, bilinç seviyemiz, Evrensel bilince ulaşımımız.