Derdi olmayan dost var mıdır?
Neden dertlerini paylaşıp acılarıyla bizi yoğuran ve teselli ettiğimizi sandığımız insanları dost görürüz hatta can deriz?
Bütün bunların altında kendi çaresizliğimiz mi yatıyor acaba? Düşünsenize, en iyi dostumuz acısına en çok ortak olduğumuz kişi oluyor.
Sevinçli ve mutlu olan insanlar zaten iyidir diye çok umarsız olduğumuz zamanlar ne kadar çok değil mi?
Kendimiz acıya düştüğümüzde gidecek kaç kapımız var, ağlayacak kaç omuz, derdimizi anlatacak kaç kişi?
Yoldan geçen birine bütün derdini anlatacak kadar hayatla ve insanlarla dost olabilir miyiz?
Neden bir başkasının değil de dostun fiskesiyle yaralanıyoruz, ona yüklediğimiz o derin anlamlardan mı? Ona bu misyonu yüklerken kendisine danıştık mı? Bunu onun isteği ile mi yapıyoruz gerçekten?
Dostlarının kapısını kaç kere çalıyorsun? Mesaj çekerek hatır sormaktansa, gidip karşıladın mı hiç onu yarı yolda?
Dost mu? dediniz…
İlk gördüğünüz birine düşüncelerinizi çıplak bırakabilir misiniz? Hayır mı? Öyleyse neden bu yükü çok sevdiğinizi söylediğiniz insanlara üzeri örtülü bırakıyor ve hafiflemeye çalışıyorsunuz.
Varsa bir hastalık ve sorun, kendinize dönüp çözmeyi denediniz mi? Sonra gidip bunu bir başarı hikayesi olarak dostunuz ile paylaştınız mı?
Hayır mı?
Dostunuzu değil ama dostluğunuzu sorgulamaya başlayın derim…