Eski bir türkü vardır bilir misiniz? “Murat gilin damından atlayamadım. Liralarım döküldü toplayamadım.” Türkünün tamamını hala bilmem. Sadece liralar ile ilgili kısmı kalmış hatıramda. Bir de türküyü söyleyen. Belkıs Akkale. Türküyü televizyonda ilk kez dinlerken, ne kadar küçüksem artık, dikkatimi sadece Belkıs hanımın benleri çekmişti. Liraların ne olduğunu da bilmediğimden yüzündeki benler döküldü zannedip üzülmüştüm.
Halbuki her yaşadığımız olayda benler dökülür. Küçükken annemiz haksız yere bize bağırdığında, öğretmeniniz azarladığında, istediğimiz üniversiteyi kazanamadığımızda, hayalimizdeki eve sahip olamadığımızda… Baş edemediğimiz her olayda, olayı yaşadığımız o yerde, bir ben düşer. Ve orada biz onu hatırlayana kadar bekler. Bir gün oraya sırf onun için geleceğimize emin. Bekler. Derler ki Peygamber bir gün bir genç ile alışveriş yapar ve gençten alacağı vardır. Genç evinden getirip geleceğine söz verir. Peygamber sözleştiği yerde bekler. Ama genç unutur verdiği sözü. Rivayet odur ki Peygamber orada üç gün bekler.
Peygamber üç gün üç gece gerçekten bekledi mi? Beklemedi mi? Tartışmalar süre dursun. Bir anlaşma yapmış olamaz mıyız? “Bak ben böyle bir şey yaşayacağım. Bu benim için bir ders olacak. Şimdilik unutacağım ama illaki hatırlamalı ve bu yarayı sağaltmalıyım. O yüzden seni yaram ile birlikte buraya bırakıyorum. Beni bekle.” Ben’im, sözüne sadık bir peygamber gibi sabırla beklediğine göre çok mümkün.
Şimdi şöyle bir soru akıllara gelebilir. Bu benleri gidip bulup toplayacağız tamam. Sonra o kadar çok beni ne yapacağız? O kısma henüz çalışmadım. Belki yine Peygamber gibi mağaraya çekilip sorarız Rabb’e. Cevabın bir kısmını bir gün alırız. Diğer kısmını beklerken arada bağlantı kesildi zannederiz. Deriz ki acaba bu kadar mı? Sonra bir ses gelir. ‘Rabb’in seni bırakmadı ve sana darılmadı.’
Benim gibi çok yanlış anladık her şeyi. Görselliğe, başkalarının söylediklerine, arkada dönen melodiye takıldık. Ve herkes şöyle dedi: “ O bir peygamber. Ben O’nun gibi olamam.” Sonra abarttıkça abarttı. İdrarı şöyle kokardı. Sakalı böyle kutsaldı. Halbuki amaç bu değildi. Sana senin için senden bir örnekti hepsi. Her Ne’ye ya da Kim’e inanıyorsan. Hikaye Adem’in hatası ile başlar aslında. Yanında şeytan mı vardı tavus mu? Boş ver. Hata yapabilir olması önemli değil mi? Tıpkı hepimiz gibi. Musa’nın dili dönmedi de Harun’dan destek istemedi mi? Mükemmellik yanılsaman orada kırılmadı mı? Bir görevden kaçtığında ya da tüm insanlardan elini eteğini çekmek istediğinde ya da sosyal medyada “herkesten nefret ediyorum evi” diye etiketlenen herkesten uzak evi görünce Yunus aklına düşmedi mi hiç? Zekeriya’nın neden ağaç kovuğu içinde öldüğüne akıl yormak istemez misin? İsa’nın babasız doğma olayının altındaki inancı araştırmaz mısın? Peygamberliğin neden kırk yaşından sonra geldiğini bilir misin peki? Kareyi, Kübü, Hacer’ül Esvet’i, Meryem’i, İsmail’i, kurbanın aslını, dişiden neden kurban olmadığını, aslında kim olduğunu bilmek istemez misin?
Amacım kutsalımızı sıradanlaştırmak değil. Benim amacım belli. Benlerimi aramak. Hepsinin gözünün içine bakarak kendim için orada olmak. Ama o kadar çoklar ki. Bir ömrün yarısını hepsini bir yerlere saçarak geçirdim. Kalan yarısını nereye, neden, ne zaman, hangi amaçla bıraktığımı bulmak için emek vermeye niyetliyim. Millet Musa’nınkini arayadursun ben kendi ahit sandığımın peşindeyim. Kırk günlük inziva sonrasında ya da kırkından sonra ötelerden devşirdiklerimle birlikte benlerimi içine toplamak için…