Çoğu kişi dua ediyorum zannederken aslında Allah’a yakarır; sahip olmadığı şeyler için adeta yalvarır…ve tabii çoğunun duası tutmaz.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü dua sadece Allah’la konuşmaktır; onu dinlemek değildir. Tabii O’nu dinlemeyince ondan gelen mesajları da algılayamazsınız.
Hele ki o kişi ve olayların tamamı olumsuz ise; veryansın eder. Yine mi olmadı, bu kez de karalar bağlar; Küçük Ceylan/Emrah rollerine bürünüp kendine acımaya başlar…
Bilmez ki Allah’ın adaleti ve kudreti sonsuzdur; buna rağmen O’na karşı gelmekten geri durmaz.
O’na size acıması için yalvarmanız işe yaramaz; daha da beter duruma düşersiniz çünkü kendine acıyana kimse acımaz. E, bu dünya planında böyleyse İlahi Plan’da neden öyle olmasın; hepimiz o plana tabi değil miyiz? O planın dünyasal yansıması değil miyiz?
Bilmez ki bu bir hak ediş ve liyakat konusudur; ancak saf ve samimi niyet edenler, doğru adım atanlar ödüllendirilir.
Bilmez ki bu ödülü hak etmek için önce sahip olduklarına hamd etmesi gerekir; bu değer bilmektir.
O der ki: “Sen daha sahip olduklarının değerini bilmiyorsun, verdikleriminkini nasıl bileceksin?” Tabii ‘eşeğin ayağını’ alır, oturursunuz aşağı.
Bu serüven böyle sürer gider…ta ki yaptığı yanlışlar o kişilerin kafasına tak edene, her cefanın sonunun sefa olduğunu anlayana kadar; bunu anlayana kadar da onları yerden yere vurmaya devam eder ‘Yüce Güç’.
Tabii cefayı sefaya dönüştürmek incelikli bir simya işidir; kabul, sabır ve teslimiyet ise bu işlemin katalizörüdür. Bu iş ancak böyle başarılır.
Diğer katalizörler ise suskunluk ve dinginliktir yani meditatif halde yaşamak ve hamd etmek; Allah’ı ancak o zaman duyabilirsiniz.
Altını bir daha çiziyorum, önce meditatif hale geçip sonra hamd etmelisiniz; ancak o zaman O’nu duyar hale gelirsiniz.
Ve şunu bilin ki başta söylediğim gibi, dua zannettiğiniz eylem dilencilerin yaptığından farklı değildir ve siz dilencilere nasıl davranıyorsanız O da size öyle davranacaktır…