Eylül bitmek üzere, zamanın böyle akışkan ve kontrol edilmez gücüne yine büyüleniyorum. Akıyorum içine ve bakıp kalıyorum öylece. Aynadaki ben… Hangi ben? Kaç tane ben var orada? İçten içe katman katman bir gül gibi açılan kaç tane hayal ve gerçeklik gizli?
Ama hepsinden de öte devam eden bir akış var ki aynı döngüde aynı gerçeklikte sürekli devam eden. Hangisi gerçek olan?
Tutulma etkisiyle neyi tuttuysam niyet ettiğim bırakmalardan aslında hangisini gerçekten tutuyordum? Bırakmamak için direndiğim tüm zamanlardaki milyonlarca benim hangisi cesaret etti buna. Hangi ben daha cesur ve hangi ben daha mutluydu?
Kalbin ortasına saplanan acılarla aynı yerde yeşeren mutlulukların olması.
Yin ve yang. Bir boşluğa öyle bir doluyor ki başka bir gerçeklik farkına varmadan sızıyor oraya sinsice.
Sonra yine sorular. Hangisiydi istenen? Neyi yaşıyordum? Özgür irade? Hangi özgür irade?
Bize bahşedilen övündüğümüz ve sahip olduğumuz o muhteşem özgürlük… Bileklerimizdeki kelepçeler bir zırh gibi giyindiğimiz kurallar üniformasının içinde özgür zannettiğimiz gerçeklikte kırık kanatlarla yaşıyoruz.
Gülüyorum… içten içe onlarca öfke ve gözyaşıyla. Oysa kolay mıydı? Kolay olan bırakıp gitmek ve gözlerini o deniz kıyısında açmak mı? Yoksa konfor alanında kalmak mı?
Yaşamak güzel miydi yoksa bize verilen hapları seçerken seçtik zannettiğimiz sanal gerçekliği mi yutturdular bize? Mavi? Kırmızı?
Seçimler ve sonuçlardan oluşan gerçeklikte seçen miydik seçtirilen mi?
Beklemek ve akışta olmak. Döngüler içinde tekrar tekrar yaşamak tüm yanılgıları.
Çıkmaya niyet ederek döngülerden, seçmek yaşamayı.