İyi ve kötü birdir.
Çok ama çok ırak bir planette, iki arkadaş kötülüğü merak ediyorlardı, çünkü onların yaşam sürdüğü düniada sadece iyilik vardı. “Kötülüğü düşünemiyorum!” dedi §. “İyinin ve kötünün bir arada yaşandığı bir gezegen biliyor musun?” Arkadaşı Ħ biliyordu. “Dünya dedikleri bir planet var ya, o işte!”
Oraya gidip bir araştırma yapmayı düşündüler. Kötülük çok faydalı bir şeyse, geri gelirken, belki onu da yanlarına alıp kendi dünialarına getirebilirlerdi. Meraklarına yenik düştüler ve anda geçip geldiler.
Toprağımızdalar şu an. Ancak farklı bir titreşimde oldukları için dünia insanına görünür değiller. Etrafı izleyerek ana caddede yürümeye başladılar. Kaldırımın karşısında bir baba kız gördüler.
-Ay bak şu kızın kalbi çok temiz. Aynı bizim planetin yolcularına benziyor, dedi §. Gerçekten de kar beyaz kanatlarıyla o kadar güzeldi ki.
-Bildiğin melek işte, dedi arkadaşı.
Meleğin karşısındaki adamın ne olduğunu çıkaramadılar önce. Sözlükle yaptıkları tarama, kızın karşısındaki yaratığın şeytan olduğunu söylüyordu.
Ziyaretçiler şeytanı elleriyle koymuş gibi kolayca bulduklarına sevinmişlerdi. “Ay ne kadar da yakışıklı! Karın kaslarına bak. Of of sütun gibi bacaklar!” Ħ, arkadaşının bu tepkisine şaşırmıştı.
-Bence korkunç! Baksana, güzelliğinden dolayı içi kibirle dolu. İnsan bedeninde ama ay şu gözlerdeki kin ve nefrete bak!
Şeytan, ilk fırsatta, meleğin üzerine atlayıp onu parçalayacak gibiydi.
Dostlarımız “Melekler Planeti”nde yaşadıkları için daha önce hiç şeytan görmemişlerdi. Kötü adam, sivri ve normalden biraz uzun olan kulaklarını kızıl saçlarıyla gizlemişti. Ne yaparsa yapsın, gözlerindeki nefret onu ele veriyordu. Ağzından çıkan sözler ne kadar da yıkıcı ve kırıcıydı. İlginç olan şuydu; şeytan insan bedenini kendine mesken edinmişti ama kimse bunun farkında değildi.
– Evet evet insandan öte bir şeytan yok! dedi §.
Şeytanla meleğin savaşını seyrederlerken yolun diğer taraflarında bir gürültü koptu. Cadde zangır zangır sallandı. İkisi de başlarını sesin geldiği yöne çevirdiklerinde, homur homur üstlerine doğru gelen, o güne kadar hiç görmedikleri bir canavarla karşılaştılar.
§ – Bu da neyin nesi, baksana.
Ħ – ‘Kök Söken’ diyor, anlamadım.
Kök Söken, kaldırımın yanında durdu ve sağ taraftan çıkan ve üzerinde kesici dişler bulunan bir kol uzanıp toprağa daldı. Şoför bir düğmeye bastı ve kesici uçlarla donatılmış olan bu kol, silindir şeklini alarak ağacı çevresini sardıktan sonra dip köklere kadar toprağa gömüldü. İşlem bitince, herkesin gözü önünde yaşlı ama sağlıklı ağacı köküyle birlikte toprağından söküp arka tarafta yer alan kasaya fırlatıp attı. Biraz önceki yeşilliğin yerinde bir çukur oluşmuştu. “Tarama sonucuna göre upuzun boylu bu ağaç sekiz yüz yıllık bir çınar,” dedi Ħ. § iç geçirerek “Çınar-dı,” diyerek düzeltti arkadaşını.
Ağaç katliamı sürerken, melekle şeytanın sözel çatışması şiddete dönüşmüştü. Adam el, kol hareketleriyle kızın üstüne giderek onu tehdide başlamıştı.
Ħ – Aa, hayatımda böyle tuhaf davranan birini görmedim. Sözlüğe baktım, insanlar ‘kavga’ diyormuş buna.
Ziyaretçiler şeytanın bu şekilde davranmasının adil olmadığını düşündüler. Melek, ezilip büzülmüş, küçücük kalmıştı.
Ħ – Aa hayret! Kalp çakralarına bak, ikisinde de ışık var!
Bunun anlamı şuydu: İyi de kötü de yaratıcıydı planette! İşte buna çok şaşırmışlardı. Bu nedenle düniada savaş vardı. Yaşam sürmek ne kadar zordu böyle bir yerde!
-Şu gördüklerimden sonra beden alıp dünyaya gelmekten imtina edenleri suçlamayacağım,” dedi §.
Kendi aralarında konuşurlarken caddenin bir ucunda elinde pankartlarla yürüyüş yapan çevrecileri gördüler. Bu tarz görüntülere alışık olmayan misafirlerimiz sözlükte bu etkinlikle ilgili tatminkâr bir cevap bulamadıklarından insanları izlemekle yetindiler. Bir pankartta şu yazıyordu:
Adı geçen bu kişinin tanınmış ve sevilen bir kişi olduğuna kanaat getirdiler. Sözlükte “Tarkan” ismi için iki tanım vardı. Biri, feodal bir sistemde toprak sahibi olan ağa, diğeri de ahtapotun kollarını kesen Hun savaşçısı. Onlar konuşurken yoldan geçen bir adam “Ne yapacakmış zeytinlikleri? Tarkan şarkılarını söylesin yeter!” diye bağırdı.
Ziyaretçiler caddede gelişen olaylara bir anlam veremiyorlardı.
“Hey siz, nereye bakıyorsunuz öyle? Beğenemediniz mi? diyen bir sesle irkildiler. Kaldırımda elini açmış oturan bu kadına ne diyeceklerini bilemediler. Titreşimleri yüksek olduğu için kendilerini görünmez zannediyorlardı.
§ – ‘Deli’ yazıyor, ne demekse.
Baktılar, melek gibi o da kanatlıydı ama gözleri fıldır fıldır dönüyordu. “Kim bilir hangi planetten beden alıp dünyaya indi?” diyerek dalgın dalgın kadını seyretmeye başladılar. Ziyaretçilerin aralarında fısır fısır konuşmaları kadını sinirlendirmişti. “Aydan gelmiş gibi ne bakıyorsunuz öyle bön bön?” diyerek üstlerine gitti.
§ – Yok, aydan değil. Biz başka bir yerden geldik aslında…
Üstü başı pırtık pırtık, yüzü bir yöne doğru yamuk, avucunu açmış kaldırımda oturan bu kadın bir cadı olabilirdi, sözlükte öyle yazıyordu. Ziyaretçilerin gözü iyice korkmuştu.
-Biliyorum ne düşündüğünüzü… Ha ha ben cadı değilim. Deliyim, zır deli. Ha ha haa, diyerek ziyaretçilerin üstüne yürüdü. Birkaç adım geri giden ziyaretçiler “Biz zeytin ağaçlarının sökülme meselesine çok üzüldük de,” diyerek kadını yatıştırmaya çalışsalar da –delidir ne yapsa yeridir- kadın bağırıp çağırmaya devam etti.
-Hah, bir ağaç ne ki? Babalar çocukların gözleri önünde annelerinin boğazını kesiyor! diyerek ziyaretçileri susturdu.
Cadının sesi gök gürültüsüne karışmıştı. Etraf bir anda karardı ve üzerlerine inen bulutların içinden bir kükreme duyuldu. Baktılar, önlerine döşenmiş bir kırmızı halı… Yürümeye başladılar. “Bu kadar misafirlik yeter!” Konuşan düniaydı. “Dualiter yaşama hoş geldiniz. Burada hak ilmi hüküm sürmekte,” diyerek ziyaretçilerini karşılıyordu dünia.
Koskocaman küreydi planet. Tam karnının olduğu yerde bir alev topu vardı. Gövdesinden dışarı irin sızıyordu. Hastaydı dünia, çok kötü kokuyordu. Bir kolunun üstünde mütemadiyen bir aşağıya bir yukarı inip çıkan bir baykuş vardı. Çektiği acılara rağmen ziyaretçilere “Gördüğüm kadarıyla kafanız karıştı” diyerek açıklamalar yapmaya başladı.
İnsanlar bu planete hak ilmini öğrenmek için beden alıp geliyorlardı. İyiliği hak eden iyiliği, kötülüğü hak eden kötülüğü yaratıyor ve yaşıyordu düniada.
– İnsan birliği bozdu, ikiye ayırdı yüreğimi… “
İnsan hırsına yenik düşmüş, doğanın düzenini bozmuştu. Ziyaretçiler dünanın gözünden bir damla yaş süzüldüğünü gördüler… O bir canandı. O evrenlerin Lady Gaia’sıydı. Üzüntüden ve acıdan ağlayan bir dünia ziyaretçilerin görmeye alışık oldukları bir tablo değildi. “Şeytanın gözü kör olsun!” “Ben şeytanımı Müslüman ettim!” gibi özlü sözler okuyarak düniaya destek olmaya çalıştılar.
-İyiler ve kötüler ikiye böldüler beni. Savaşı başlattılar. Kadın-erkek, İslam-Hıristiyan, ben-sen diyerek birliği yıktılar. Bu beni çok güçsüzleştirdi, dediğinde ziyaretçiler dünianın çektiği acıyı iliklerine kadar hissetmişlerdi.
-Artık yeni bir döneme girdik. Bu dönem iyilik kötülüğü aştı, geçti,” dediğinde, ziyaretçiler başlarıyla onay verdiler. Onların da bildiği gibi artık doğa güçlenmeye başlamıştı. Dünia yaratıldığından beri ilk defa iyilik, kötülüğe karşı savaşı kazanıyordu. Ziyaretçilerin “Kova Çağı” olarak bildikleri astrolojik bir dönemdi dünianın içinde bulunduğu zaman dilimi.
-Savaşlar yaşanmakta planetinizde… Ama Sevgili Düniam, unutma savaş, barışın habercisidir, diyerek ona moral vermeye çalıştılar.
Adem savaşarak barışı öğreniyordu. Ne çok acılar çekiliyordu planette! Dünia “Artık insan nefsini kontrol etmeyi öğreniyor,” dediğinde tüm acılarını unutmuş gibi mavi gözleri pırıl pırıl parlamıştı. Altın Çağ’da artık onu altın ışıklar içinde görebilecektik.
Kötülüğü tanımaya gelen dostlarımız şaşırmışlardı. Kötülük, iyiliği güçlendiren bir faktördü. İyi, ancak kötü sayesinde daha iyi olabilirdi. “Aynı zamanda iyiyi kötülükten de korumak gerek ama. Kötü, iyi ile birleştiğinde ya kötülük iyiliği yok ederse ne olacak? diye sordu §. İşte bu felaket olurdu. “Bir an evvel buradan tüysek iyi olacak, diyerek yanıtladı Ħ.
Mesele iyi ya da kötü olmak değildi. Amaç iyi ve kötü güçlerin her ikisiyle birlikte güçlenebilmekti. Böylelikle dünia insanı, iyinin veya kötünün tek başına olduğu halden çok daha kudretli olacak, yarım kalmayacaktı.
§ – Peki ama iyi ve kötü nasıl birleşebildi? İşte bütün mesele buydu. “Biz, iyi ve kötü diye kimseyi yargılamadık. İyi ve kötü birdi,” dedi dünia. Sonsuz sır buydu. İyi olmak yetmiyordu, önemli olan kötülüğü kontrol etmekti.
Melekle babasına baktılar. Onları ilk gördüklerinde, baba kız çatışıyorlardı.
Şimdi, iyi ve kötü aşılmış olduğundan onlar da barışmış, tatlı tatlı sohbete başlamışlardı. “Aa şeytanın yüzüne bak, insanlaşmaya başladı!” dedi Ħ.
Şeytan ağır ağır, ağııır ağııır insanlaşıyordu. “Bütün şeytanların ehlileşmesini beklersek vay halimize! diyerek arkalarına bile bakmadan kaçıp gittiler.