Eskiden birini çok kolay sevebildiğimi, sevebileceğimi düşünürdüm. Bugün öyle olmadığını biliyorum. Bir ayağım kapının dışında, her an gidebileceğim bir yerde duruyorum. Gitmek için bir bahane arıyorum. Bunu tanıyorum. Orada kendimi güvende hissediyorum. Kalmayı, kalanı bilmiyorum.
Varlığına alışmış, var olacağına güvenmişken, ortadan kaybolup canımı yakma ihtimali, bende gitme isteği uyandırırdı. Sanki ilk kez kaçmıyorum. Ilık bir şey akıyor içime, daha az irkiliyorum.
Bir yanım sert, duvarlarım aşıldığında, değersizleşirim zannediyorum. Çıplak kaldığımda, incitilebileceğim her şeyi eline veririm gibi geliyor.
Birini sevmek, ona kalbini açmak, ona alışmak güvenli olabilir mi? Mükemmel olmayacağını, bir gün her şeyin değişebileceğini bilmene rağmen…
Kiminle olmak iyi geliyor? Onunla ol. Kime akıyor ruhun? Ona karış. O da sana karışsın. Sert ya da yumuşak… Bunlardan birini sevdiğin için birini sevmiyorsun. Birini sevdiğinde, onunla sever hâle geliyorsun.
Sevmek, kalkanını indirmek. Sevmek, ölmek. Ölmeden de bu kapıdan geçemiyorsun. Yaşarken daha güçlü sanıyor insan kendisini; halbuki öldükçe güçleniyor ruhu, bedeni…
Kime emanet edebilir insan kendini? Ruhu, tanımaz mı evini? Öyle farklıyız, uzağız ki mi? Değil.
Aileleriyle araları pek sıkı fıkı yetişmememiş çirkin ördek yavruları, güzel dostlar bulurlar. Onlara tutsak değil, onlarla birbirlerine kanat olurlar. Arada uzaklaşsalar da bilirler. Birbirlerinin içlerinde nefes alırlar.
Birbirimizi geçmişimizin kokusundan tanırız. Birbirimizin yaralarına sarılır, kendimize duyduğumuz özlemi gideririz. İnsan olmak böyle bir şey! Hiç uzak değiliz.