Bir hiçse de benliğimiz, kıyafetidir kimliğimiz… Öyle bir saraydır ki bir gün olacak ebedi ikametimiz, ben demenin ne demek olduğunu bilmeden, kapısından giremeyiz.
Ben Hüseyin! Ben kendimi size biri olarak tanıtacağım. Siz bana baktığınızda beni biri olarak göreceksiniz. Ben sizin sevebileceğiniz biri olmaya ve kendimi size böyle göstermeye gayret edeceğim. Siz de öyle olduğuma inanmaya…
Baktım olmuyor. Sevdiremiyorum kendimi, benden korkun, çekinin isteyeceğim. Serde kendimi korumak, güvende hissetmek var. Ya severek ya döverek, bunu düşüneceğim.
Baktım yine olmuyor. Benden nefret edin, hatta iğrenin isteyeceğim. İnsan ruhu böyledir. Temassızlık insanı öldürebilir. Yok sayılmaktansa var olmak için her yolu deneyebilir. Her ne kadar varsa, bir gün kaybolup gider. Bunu hiçbirimiz kabul etmek istemeyiz.
Maskeler yaşar. Onları takanlarsa ölür. Kimlikler yaşar. Sahipleri ölür. Kim, kime baktığında ne görüyor? Gördüğü, kime baktığından daha çok, kim olduğuyla ilgilidir.
Birisi bakar, masum ve korku içinde, süreci yönetmeye çalışan birini görür. Bazen hırslı ve tehditkâr olabilir bu kişi. Bu esnada muhtemelen çok korktuğu için bulduğu güvenli bir yere saklanan o “masum ve korku içinde, süreci yönetmeye çalışan” çocuğun da hâlâ orada olduğunu fark ettiğinizde, anlarsınız ki bizler bir tek kişiden ibaret değiliz. Kalabalığız.
Ben kimim? Bana beni anlatın, bana sizi tanıma şansı verin. Ne kadar sevdiğinizi göreyim kendinizi, ne kadar kaçtığınızı kendinizden… Ve size bir şey söyleyeyim mi? Beni ne kadar çok seviyorsanız, kendinizi o kadar çok seviyor değilsiniz. Bazen çok sevdiğiniz, çok saklandığınızdır ardına…
Hiç mi kötü özelliğim yok? Olmaz mı! Sürüsüne bereket… Hiç mi iyi yanım yok? Say say bitmez. Hangisi beni sizin için sevilir kılar? Sevgiye lâyık… Hiçbiri… Sevginin gerekçesi olmaz.
“Seviyorum işte, var mı diyeceğin?”