Hani arada bilinç mertebelerinden söz edilir ki buna ben de dahilim, zaman zaman gündeme getiriyorum; aslında orada kişiyi beşerden insana götüren algı ve kabul düzeyleri kastedilir.
Yoksa tek bir bilinç vardır, o da Hakk’a yürünürken sindire sindire gidilen yoldur…
Doğru davranan o yolu emin adımlarla yürür, davranmayan her fırsatta bir engele takılır kalır.
O aslında bizim O olduğumuzun idrakine vardığımızda sona eren yoldur.
Kendimizi O’ndan ayrı zannederken aslında O’nunla bir, O’nunla birken aslında tek olduğumuz idrak aşamalarını geçe geçe vardığımız yer…
Herkes onun tecellisiyse ki öyle, bu herkesle biriz demektir. Aynı zamanda, hem de tek…
Peki tek olan ne ya da kim var başka? O. Ee, O tek ise ve biz de O’nunla bir isek eğer, biz de tekiz demektir.
Yani her birimiz O’yuz aslında.
Bu yol herkese açıktır da bazısı onu görmez, görse de kabul etmez, kabul etse bunu başkalarına söyleyecek cesareti kendinde bulamaz ya da kabulü onu delirtecek öyle bir aşkla olur ki doğruları söyleyeceği yer ve zaman şöyle dursun, kime ne söyleyeceğini bilemez hale gelir.
Bazısı da bunu en doğru yer ve zamanda, en doğru kişilere ve öyle uygun bir dille söyler ki kanaat önderi olup çıkıverir.
Bunu cesurca söyleyenlere iki örnek, Hallac-ı Mansur ve Maharaj’dır; ikisi de “Ben O’yum!” demiştir ancak kaderleri birbirinden çok farklı olmuştur.
Biri işkence edilip öldürülen bir iman şehidi, diğeri ‘aydınlanmış kişi’ olarak tarihe geçmiştir.
Şimdi ben de benzer şeyi, biraz farklı söylüyorum: Hepimiz O’yuz!
Yerim ikisinin ortasında bir yerde, bu dünyada ve onlara biraz olsun yakın bir mertebede olsa yeter; canlı ve diri biri olarak insanlarda bu idrakin açılmasına bir nebze katkı sağlayabilirsem eğer, ne mutlu bana…