Alma – verme dengesi çok bozulduğunda – yani hep verip bir şeyler istemeye ve hatta sana verildiğinde almaya “kapalı” olduğunda kendini hızla tüketirsin. Kurtarıcı rolüne soyunan kişi, önünde sonunda kendisi kurtarılası durumlara düşer ve kendisini kurtaracak birini de pek bulamaz.
Dengeye gelmek için her istenene (buna gücün, zamanın, imkanın olsa bile) evet dememeyi öğrenmek gerekir. İsteyenin güçlenmesi için belki kendi işini kendisinin görmesi onun için de senin için de daha hayırlıdır. İsteyenin zamanın ve enerjisinin gerçek değerini bilmesi için yoklukta, dar zamanlarda biraz zorlanması belki onun daha çok hayrınadır.
Dengeye gelmek için bu da yetmez, çevrendeki insanlardan (özellikle talepkâr olanlardan) zaman zaman bir şeyler istemeyi hatırlamak ve keyifle, onlardan gelen yardımı, hizmeti, ayrıcalıkları kabul edip tadını çıkarmaya başlamak da gerekir. Yoksa kendi değersizliğine olan inancını öteki üzerinden geviş getirmekten başka bir şey yapmış olmaz insan.
Denge yoksa iki şey olur: ilki her istediği yerine getirilen çocuklar gibi, niyetin bu olmasa da çevrendekileri arsız, kıymet bilmeyen ve nankör olmaya itersin. İkincisi de bu kadar kendinden verirken (hele de senin ihtiyacın olduğunda) bir şey alamadığında büyük hayal kırıklığı yaşarsın.
Hoş her durumda, herkes, daima lâyığını çağırır ve yaşar. Asıl olan güzellik, iyilik, uyum ve denge ortaya çıksın da vermek gerçek bir cömertliğin ve almak da gerçek bir şükrün kapısı olabilsin diye.