Genelde mutlu olan insanlarla, niçin kimse ilgilenmeyi sevmez?
Hayatında her şey yolundadır, yolunda olmayan şeyleri de elinden geldiğince, gelenin en iyisini yapmaya gayret gösterirler.
Kendiyle barışık ve sevgi doludurlar.
Hal böyle olunca, kendisiyle mutlu kişi de, kendisiyle baş başa kalmayı bilir ve kendini oyalayabilir.
Aynı çocukken, varlığı ile zaman geçirdiği yıllarda olduğu gibi, saf keyif içinde hallenebilir.
Benim etrafımda gözlemlediğim ve geçmişte kendimi keşfetmediğim yıllarda olduğu gibi, genelde acı, dram, mutsuzluk daha çok ilgi alaka görmemizi sağlayan duygu halleriydi sanki.
Bunu yıllar geçtikçe anladım tabii ki. İçimde, ilgi alaka bekleyen, mutluluğa, sevgiye aç çocuk duygularımın uzantısıymış hepsi. Bundan ve başka bir sürü sebeplerden belki de, insan oğlu ve kızı olarak, daha çok ilgi çekmek için, daha çok dramaya ihtiyaç duyuyor hale mi geldik?
Bu bence bir alışkanlık, bebeklikten, çocukluktan kalan.
Çocukken hep dikkat çekmek isteyen bir yanımız yok muydu?
Farkında olarak mı bunu yapıyorduk?
Tabi ki hayır.
Anne, baba başka şeylerle meşgulse ve baştan savma cevaplar veriyorsa çocuğa.
Zamanla ilgi görmek isteyen bu minik yavru, ağlayarak isteklerini duyurmak için böyle bir davranış sergiliyor olamaz mıydı?
“Doğasında bebeklikten kalan bir alışkanlıktır bu” diyor psikologlar.
Bilinçaltı mekanizması, bedenin sinir sistemine, acıları, olumsuz duygu ve düşünceleri, ayrılıkları, aile kavgalarını ilk önce kaydeden yerdir. Bunu bilerek yapmaz ki bedenin alt hafızası.
Bir gün lazım olur diye bilinçsiz yanımız hep kaydeder, ne hikmetse de hep acıları atar geriye.
Belki de insan yavrusu bunlara dayanamadığı için, ilahi sistemin korumasıdır çocuklara hediyesi gibi. Bir gün geldiğinde bu atılanlara, dayanabildiği yetişkinlik yıllarında temizlesin geçmişi diye bir gaye de vermiş olabilir.
Bir gerçek var ki burası bedenimizin gizli hafızası ve ne yazık ki, mutlu anlar daha az anımsanır burada.
Zamanla da yerleşen bu olumsuz duygular, hep bilinç üstüne çıkar ve mutsuzluk hissederiz.
Ve bu halimizden daha çok ilgi çektiğimizi görürüz. Buradan beslenmeye başlarız habersizce, farkında olmadan.
Ve onu kullanmaya başlarız taa çocukluk yıllarından itibaren.
Bir gün kendi varlığımızın, özümüzün aslında sevgiden yaratıldığını fark ettiğimizde
Dışarıdan beslenmeyi kesip, iç alemimizden gelen huzur, mutluluk, dinginlik hakikatimizi hissettiğimizde
Varlığımızı yeniden anımsamaya başladığımızda.
Sebepsiz mutluluğun coşkusuyla güleriz, kalbimizin şarkısını işitmeye başlarız, çocukça dans ederiz özümüzle.
Ve bazı insanlar bunu algılayamaz, kocaman bedendesiniz, ciddi olmak, yetişkinliğin verdiği sorumlulukları yapmak zorundasınız.
“Hayat çok kötü, her şey kötüye gidiyor, ekonomi ne hale geldi, salgın hastalıklar var” dercesine bir düşünce saldırısını hissedersiniz etraftan. Tabii ki bunlar var, yok değil. Sürekli bunları konuşan, sürekli çıkmazda hisseden bir olumsuzluk girdabının içimizde büyüyüp gitmesi de her daim sağlıklı değil bence.
Gül bahçesinde, güle dikkati verince güller büyüyor, dikenlerini her daim görüyorsak da, dikenler büyüyor kafamızda.
Bazen kendimizin sandığımız düşünceler de bizim olmayabilir vurgusunu anımsatmak istiyorum burada.
Her düşünce size ait olmadığı gibi, her düşünce hakiki de değildir.
Düşünceler gelip geçicidir, onları çok fazla özümsememek lazım.
Zihni, sessizlik ve nefes farkındalıklı odaklama çalışmaları ile sakinleştirebildiğimizde, bu düşünceleri izleyerek, sinir sistemimizin, tepki veren kaslarını geliştirmiş oluruz.
Her gün birazcık da olsa kendi adıma bu tefekkür anlarımı yaparak, sinir sistemimi düzenleme egzersizlerini de ekleyerek bu kası güçlendirmeye çalışıyorum.
Böylece her düşünceye, tepki vermemeye başlayarak, sakince, arkadaşça, şefkatle yaklaştıkça zihnim sessizleşiyor. Daha toleransım artıyor, hayatın içinde yaşananlara karşı aşırı reaksiyonlarım azalıyor çok şükür.
Bu otomatik tepkisel, kaç savaş modunda (sempatik sinir sisteminin) regüle olması ile etkili işte.
Onun için her gün yaptığımız bu sessizlik anları çok kıymetli.
Bunu anımsayanlardan olalım.
An da olmanın güzelliği de bu, an da her ne oluyorsa uyanık olmak, kendini bilmek, tepkilerini gözleyebilmek, enerjini, düşünceni bilmek çok önem arz ediyor efenim.
Nerede kalmıştık, dedik ya sebepsiz gülümsemeler çıkıyor sizden, mutlusunuz hiç yoktan, her şeye rağmen…
Bazı insanlar, bunu algılayamaz dedik, hal böyle olunca;
“Antidepresan mı kullanıyorsunuz?” Derler. Ya da; “Deli bu” derler içlerinden sessizce.
Ben okurum o sessizliktekileri, hissederim.
Bu şekilde de ‘elalem ne derse desin’ çukurundan çıkmayı öğreniyorum sağ olsunlar.
Ciddi diyorum çok soran oluyor bir yere gidip, arkadaşlarımla otururken filan;
“Ne kullanıyorsunuz? Alkol mü aldınız da böyle neşelisiniz?”
“İlaç mı yoksa alıyorsunuz?”
Bazen espri yapıyorum “Farkındalık hapı alıyorum” diye.
Acayip şaşıranlar da oluyor. Sonra anlayıp kahkaha atanlar da oluyor. Bilmiyorlar ki, ne fırtınalı denizlerden, dalgalardan geldi Gülce Gülay.
Onlar şu anda sakin limana demir atmış beni görüyorlar.
Eski acılarımın, yaralarımın yarattığı cehennem halimi görmüyorlar tabii ki, hepsi geçti gitti.
O fırtınalar beni bu sakinliğe, gelmeme de aracılık yaptı sanırım.
Hayatın içinde yine olabiliyor, dalgalanmalar, üzüntüler, hüzünler çok doğal bu. Sadece bunlarla nasıl başa çıkabileceğini öğreniyorsun.
Kendini daha iyi tanımaktan geçiyor, neye toleransın az ya da çok ile de alakalı.
Deli diyen de sağ olsun, demeyen de.
Anlayan da, anlamayan da var olsun.
Bunu diyenler bu hissi tatmadıkları için, mutsuzluklarının da aslında farkına varırlar.
Diğer kişiyi mutlu eden şeylerin sebepsizce olduğunu, özden geldiğini görüp, fark ettiklerinde,
o sebepsiz mutluluk hallerinin,
kendilerinde olmadığını da anlarlar içten içe.
Ve bir dert girdabına düşer, korkuları da daha çok artar insanın.
Ve acıdan beslenmeye devam eden, karanlık yanımız, zihnimizin vesveseleri(içsel şeytanımız) bundan yani neşeden, kahkahadan hoşlanmaz hale gelir.
Bundandır ki, genellikle, her zaman demiyorum mutlu olan insanlarla ilgilenilmez.
Halbuki, o insanlar ruhunun huzurunu, iç dünyasını yansıtanlardır.
Sevgiyi en şekilde yayıyorlardır.
Kör olan GÖNÜL GÖZLERİ bunu hissedemeyince, mutlu olanlardan kaçarlar.
Sevgi şifasından da mahrum kalırlar.
Öz mutluluk, Öz Işık, Öz Değer, Öz Saygı, Öz Güven, Öz Şefkat, Öz Merhamet, Aşk’dan akan mutluluk ırmağından da uzaktırlar.
Değişim, dönüşüm, arınma zamanlarında, insanların etrafındaki, eski insanlarının, hayatından sebepsizce çıkmasının, sebebi de budur bence.
Henüz akan suyun duruluğuna dalmaya ve denize kavuşmaya hazır değillerdir.
Hazır olmayana Sevgi’nin şifası akabilir mi ?
Alabilir mi bunu? Bilmiyorum, Hakikat ışığı her daim akar. O almasa da, ileride anımsatır ruhu bence.
İçten kahkahayı duyan şeytan da uzak durur.
O Hak’tandır, her an şende olan O’dur, her an neşe de Ol’an da O’dur.
“Utanma Gülay mutluluğundan, sen bunu hak ediyorsun, herkes gibi hak edensin, kafan dik olsun” diyen Ruhumu Seviyorum.
Utanç, suçluluk duygum yıllarca beni uzak tutan eski karanlığım imiş.
Gülmekten suçluluk duyar mı insan?
Duymuştum işte, yıllarca vesveseli düşüncelerim şunu derdi:
“Çok gülünce ağlayacaksın”
Mutsuzluktan beslenen yanlarım, mutluluğa evrilince biliyorum ki artık, aç değil içimde ki çocuğun duyguları. O mutlu ben de mutlu.
Biz olabilmek nasıl güzel.
O halde bol kahkahalar olsun.
Ruhunuzdan, çağıldayan çağlayan misali aksın gitsin sizden.
Neşeniz oldukça, koşulsuz sevgi frekansına kolayca çıkabiliyorsunuz.
Duyguların frekansı yükseldikçe içsel karanlık da yok olup gidiyor.
Her daim kendinizin farkında olmak bu işte. Düşünceler gelip geçicidir, korkular, acılar, hüzünler de gelir geçer.
Her ne oluyorsa olsun, hep şunu anımsayalım gece yatarken.
Diyelim ki aynada, varlığımıza, yüzümüze bakarak, sesli tabii ki konuşarak ifade etmek çok önemli.
Neden mi? Çünkü düşünceler hep sessiz ya, sese dökülmediklerinde ya da yazıyla yazılmadıkların da, fark edilmediklerini zannedip, devamlı gelmeye devam ediyorlar.
Sinir sisteminden, eski düşünceleri atmanın en iyi yolu sesli ya da yazılı ifade edebilmek, kendi kendimizle bunu yapabilmeliyiz.
Ben deli derler diye eskiden konuşamazdım, bunu diyen de içimdeki bir düşünce olduğunu fark edene kadar tabii ki.
Bunu bir psikolog dostum önermişti, ayna terapisini de ondan öğrenmiştim terapi aldığım yıllarda.
Her gece yatarken seslice;
“Bugün sorun varsa var, çözüme odaklanmalı, bugün geçti elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım.
Teşekkür ederim sana.
Yarın yeni bir gün, yeni başlangıç, yepyeni doğuyorum, sabaha huzurla uyuyor, uyanıyorum”
Bir gün belki de uyanamayacağız bu dünyaya, aslolan diğer aleme belki geçiş yapacağız. Ona da eyvallah demeyi de kabul ederek tabii ki.
Gördüğünüz gibi her gece ölüyor, her sabah aslında yeniden doğuyoruz gibi bakarsak, hiçbir şeyin önemi de kalmıyor bu dünyaya dair.
Sevgiyle, huzurla, her iki alemde de ışığınız var olsun.
Ve de öyledir.