Çokça zaman üzülüyorsunuz. Çünkü olmasını istiyorsunuz. Her şeye rağmen olmasını… Size uygun olmadığını görseniz, sizi incittiğini bilseniz de, sizin istediğiniz gibi olsun istiyorsunuz. Olmayanı, illa ki olması gerekmeyeni, kendi haline bırakıp önünüze bakamıyorsunuz. Ve çokça sabırsızsınız. Hayat, sizin zamanınıza uysun istiyorsunuz.
Bu; kıt aklınız ve iradenizle hayatın büyük aklına ve iradesine kafa tutmaktır. Bu aslında ben, düşünerek ve güven duyarak değil haddimi aşarak, deneyerek, kendim ve başkaları için acı yaratarak, hayatı sınayarak, zorlayarak bilmek istiyorum demektir. Bu çokça sıradan ve beklenesi bir durumdur.
Elbette ki ektiklerimizi biçmek koşuluyla (sorumluluk dairesinde) her deneyime hakkımız da vardır. Kur’an’da defalarca “Düşünmez misiniz” diyerek düşünmeye davet eder insanı… Bana sorarsanız hayatın insan için sınavı da basitçe budur.
İnsan, insan olmayı öğreninceye dek hayatın kendisi için yaptığı seçimlere bolca kafa tutar… Başını çokça derde sokar… Çokça kire, çamura bulanır… Sonra düşünmeyi öğrenebilmişse bir yerde – artık yaşadıkları “yeter”. O nokta, insanın iradeyi sahibine teslim ettiği noktadır; “rıza” noktasıdır. O nokta insanın acıyı bal eylediği noktadır. Var olmanın ‘aklı ve iradesi nispetinde’ hakkını verip ötesine karışmadığı noktadır. Elinden geleni ‘kendiliğinden’ hayata sunup hayatın hediyesini – o her ne olur ise olsun – ağırbaşlılıkla kabul ettiği noktadır.