Memleketten ayrılalı 45 yıl geçti. Dile kolay — yarım asır.
Oysa hâlâ her bayram sabahı içimde aynı dürtü belirir: “Bir gidip göreyim, hâlâ orada mıyım?”
Valizimi toplarım, ama aslında taşıdığım hep aynı şeydir: çocukluğumun kokusu, sesler, toz, sıcak bir selam…
Yollar uzar, şehirler büyür, ama insanın içinde eksilen bir şey vardır: kökünün sesi.
O sesi duymak için her fırsatta döndüm memleketime.
Ama döndüğüm yerle hatırladığım yer artık aynı değildi.
Bir zamanlar bahçesinde top koşturduğum evin yerinde bir apartman, komşuların yerinde yabancılar, çocuk seslerinin yerinde otomobil kornaları vardı.
Ben değişmiştim, memleket de.
İşçi bir babanın on bir çocuğundan biriydim.
Boyacılık da yaptım, tepside tatlı da sattım, tarlada mercimek topladım.
Ama mutlulukla tanıştığım yer, bütün yokluklara rağmen o yıllardı.
Çünkü insan az şeye sahip olduğunda çok şeye değer vermeyi öğreniyor.
Komşuluk, dostluk, paylaşmak; bunlardı bizim zenginliğimiz.
Bugünse aynı topraklara dışarıdan bakınca başka bir manzara çıkıyor karşımıza.
Güvenin yerini korku, dayanışmanın yerini bireysellik almış.
Kapılar kapalı, yüzler asık, selamlar eksik.
Sokaklar daha kalabalık ama insanlar daha yalnız.
Şiddet, yoksulluk, umutsuzluk; sadece haberlerde değil, gündelik konuşmaların içinde artık.
Bir dönem gurbet ellerde bir hemşerime rastlamak içimi ısıtırdı.
“Bizim oradan biri” demek güven demekti.
Şimdi o güven de yitip gitti.
İnsanlar memleketlisine değil, telefonundaki haritaya güveniyor artık.
Göç, hepimizin hikâyesi oldu.
Ama bugün göç sadece köyden kente değil; ruhtan bedene, kalpten ekrana doğru yaşanıyor.
Bir tıkla taşınıyor hayatlarımız; bavul yok, yolculuk yok, ama içimiz hâlâ yorgun.
Sosyologların dediği gibi, “eski göç tedriciydi, bugünkü göç birdenbire ve ruhsuz.”
Bir zamanlar umutla çıkılan yollar, şimdi mecburiyetle yürünüyor.
Ekonomik kriz, savaşlar, iklim değişikliği, adaletsizlik… Hepsi birer yeni göç nedeni.
Ama asıl göç, içimizdeki insanlıktan uzaklaştığımızda başlıyor.
Sosyal medya yeni bir memleket gibi artık.
Orada doğuyor, orada büyüyor, orada kayboluyoruz.
Birbirimizi oradan seviyor, oradan yargılıyoruz.
Ama o memlekette ne koku var, ne dokunuş, ne gerçek bir yüz.
Yine de umudu kaybetmedim.
Çünkü her göç, bir dönüş isteği taşır içinde.
Biz bu topraklardan sadece uzaklaştık; köklerimizi sökmedik.
Yeniden birbirimizi duymayı, selam vermeyi, anlamayı öğrenirsek,
belki bir gün bu iç göç de biter.
Göçtük, evet.
Ama içimizdeki insanlık göçmesin diye hâlâ yazıyoruz, anlatıyoruz, hatırlıyoruz.



