Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Kendine varmak

Yüzümü ellerimin arasına aldığım an, tüm dünyayı elime almış gibi hissederim.
Bir sevdiğim can yüzümü ellerine aldığında;
“Bütün dünya avucumun içinde şimdi Gül’üm” derdi. Anlamazdım o yıllarda.
Şimdiler de farkındalığım arttıkça, gerçekten evrenin, dünyanın içimde olduğunu hissediyorum ve bende yüzümü avucumun içine alıyorum ve gerçekten tüm dünya, evreni içimde hissediyorum, muhteşem bir sakinlik, huzur sarıyor o anda her hücremi. Ve çocuk gibi minnacık hissediyorum ellerimden akan enerji de muhteşem o anda:)))
Eller önemli , tüm enerjiyi aldığımız ve verdiğimiz araçlar onlar, alıcı vericiler.
Ellerle her şeyi yapabiliyoruz, yaratıcılığımız, sanatsal ilhamlarımız onlarla esere dönüşüyor.
Ellerle resim yapıyor, yazı yazıyor, müzik notalarını kafamızda düşünüp elllerle enstrümanlara aktarıyoruz, heykeller yapıyoruz, kalem tutan eller gerçi şimdilerde dijitale döküldü telefon ve klavyeleri tutuyor:))) ama hala kalem ile kağıda yazan ben gibiler de vardır.
Yemekler, tatlılar, kekler, kurabiyeler yapıyor üretiyoruz, sevdiklerimizle paylaşıyoruz, şifası akıyor enerjisi yine ellerimizden yayılıyor.


Sevdiklerimize dokunabiliyoruz, selamlaşırken merhaba diye kullanıyoruz, tokalaşıyoruz.
Bedenimizi ve evimizi, etrafımızı temizliyoruz, çöpleri ayrıştırıyor ve sokaklarda atılanları topluyoruz. Ne kadar çok şey yapıyoruz değil mi?
Ellerimiz kollarımızla beraber, ahenk içinde çalışıyor, dans ediyoruz.
Ayaklarımız da ne kadar çok şey yapıyor yürüyoruz, geziyoruz, ilerliyoruz
Düşününce farkındalıkla, bedenin mucizevi içsel organların çalışması filan, kalp akıl almaz şekilde kanı pompalayıp, tüm dokulara yolluyor kanı, akciğerler, karaciğer, mide, pankreas, bağırsaklarımız, rahim, yumurtalıklar, böbrekler, cinsel organlarımız, beyin, dalak, diyafram, beş duyu organlarımız, en büyük organımız derimiz, cildimiz.
Tüm bedeni tarıyorum gözlerimi kapatınca, hepsine nefesimi yolluyorum, bu bedenin içinden işleyen kim soruyorum?
Kalbim, tabii ki O’na ait diyor.

Allah, bu bedenin sahibi ruh ile bağlantı kuruyor bedende bizimle.
Bedenin sahibi O.
Emanet etmiş bize, ruh da bedeni ile dünyada deneyimliyor yaşamı.
Düşündükçe işin içinden çıkılmıyor, nasıl teşekkür etsem O güzel Yaradana bilmiyorum.

İşte gözlerimi kapattığım, ellerimle yüzümü kapladığım anda ki hislerim.
Tüm organları yazmadım burada lakin hepsine ayrı ayrı teşekkür edelim, konuşalım onlarla canlar.
Hücreler sesimizi duyuyor, ne dersek, düşünürsek ışığımız o yönde yanıp sönüyor her zerremizde, melekelerimiz diyorum ben o ışıklara.

Hücrelerin içinde dönüp duran elektron, nötron, proton hepsi o melekelerimiz molekül dediğimiz.
Bu bedenimiz kime ait? Biz beden ve zihin miyiz sadece? Duygulardan mı oluşuyoruz?

Tabii ki hayır. Bana göre en büyük cehaleti yaşadım ben. Kendimi sadece beden ve zihin zannederek.
On beş sene önce sadece beden olarak, zihin düşünce olarak görmüştüm kendimi, maddedeydim yani.
En büyük cehalette bu işte.
Biz, beden ve düşünce değiliz sadece.
Bunun ötesinde içerimizde olan, derinde olan, gözle görülemeyen bu bedeni giyinen Ruh’uz.
Peki Ruh nereye ait?
Nereden üflendi?
Sizi ruhumdan üfledim dediği nefes…

Nedir bu nefes?
Yoğunlaşalım bu soruya? Kimim ben diyerek farkındalığım başlamıştı on beş sene önce.
İşte bu beden de O’na şahit olmaktır Aşk.
Aşk Allah dır bana göre.
Sevgiyse ilahi. İlahi sözcüğüne takılmayın canlar, ilahi olmayan bir şey var mı?
Nereye bakarsan bak O’nun Vechi orada ben hissediyorum işte.
O”nun huzurunda olmadığımız yer de yok. Bir tek namazda değil her yerde hissediyorum O Sevgiliyi.
Doğada canlı cansız her şeyde. O’ndan başka varlık yok demiyor mu La İlahe İlla Allah dediğimiz Kelime-i Tevhid de?
Kelime-i Şehadeti önceden hissetmezdim, söylerken ezbere okurdum. Şimdi hissediyorum her hücrede ve şahitliğin bu anlamda olduğunu idrak edip, şuurlandıkça şuurlanıyorum. Şahit oluyorum O’na bu bedenin her zerresinde.
O yüzden bedenin sahibi de O.
Bana emanet etmiş.

Ben kullanıyorum, hor kullandığım her anım için özür diliyorum ondan.
Aylardır ağrılar içindeydim Almanya dönüşü.
Bedenimi dinlemeyi öğreniyorum, yavaşla diyor artık dinlendir diyor dinlendirmeyi öğreniyorum.
Yıllarca hemşirelik mesleğimi yaparken hastanende, hep koşturdum, bu yorgunluktan bebeğimi kaybettim.

Genetik olarak incelendi bir şey bulunamadı, yorgunluktan, stresten dendi, genetik uzmanlar tarafından.

Çocuk sahibi olamadım, olsun sorun değil artık içimdeki çocuk ile tekrar bağlantı kurarak onu doğurdum kendimden kendime çok şükür.
Bir de çocuk nefroloji uzmanı Sevgili Gülsün’ ün ısrarı ile geçmiştim çocuk nefroloji polikliniğine.

Burada çalıştığım ilk zamanlarda, çocuklarla bağlantı kurmayı öğretti bana Gülsün Canım çünkü ölü doğum yaptığım için çocuklara, bebeklere dokunamıyordum. Travma geçirdim bazı meslektaşlarımın davranışlarından, sözlerinden, onları da affediyorum.
Gülsün Yılmaz ile bebeklere dokunmayı öğrendim yeniden, çocukları sevmeyi, tabii ki içimdeki çocuktan bihaber olduğum yıllardı.
Kendimden de hiç hoşlanmadığım, içimdeki çocuk duygularını bastırdığım zaman dilimiydi. Varlığımı, özümü hissetmediğim yıllardı.
Geçmiş hayattı, geçti de çok şükür. Sonrasın da Çocuk Cerrahi Polikliniğine başladım, son on beş yıl orada farkındalıkla çalıştım. İçimdeki çocuk ile bağlantı kurmama ve şifalanmama vesile oldu bebek ve çocuk hastalarım.
Her onları tedavi ettiğimde, pansuman yaptığımda, sarıldığımda aslında kendime sarılıyordum.
Ve işte binlerce çocuk sahibi olmuştum orada.
Çocuğum yoktu lakin çoktu.
Çocuk Cerrahiden de severek, mutlulukla vazgeçerek emekli olmaya karar verdim ve oldum.
Sakin, koşturmadan yaşamayı öğreniyorum artık.
İşte böyle nerden nereye geldik, ellerimizle bir avuçladık yüzümüzü, nereleri anımsattı bana…
Siz de yüzünüzü kaplayın, sarın avucunuz ile ve tüm evreni, dünyayı hissedin, ya da hissetmeyin hepsine eyvallah.
Her şey bizde zıtlıklarla kabulde, uyum içinde olalım.
Zıtlıklar yasasına bir sonraki yazımda değinelim.

 

Yazar

Exit mobile version