Herkesin bir Leyla’sı vardır; bir daha kimsenin dokunmayacağı bir mahremi, sığamayacağı mahzeni…
Herkesin bir Leyla’sı vardır. O ki, daha önce keşfedilmemiş olan ne varsa keşfettirir kişiye. Mesela o’ndan önce, dokunmamıştır kişi kendisine, yüreğine; Leyla eliyle diliyle dokunulur. Daha önce kişi cesaret edememiştir bakmaya korkusuzca gözlerine, Leyla gözüyle bakılır.
Kişi bir Leyla bulur kendine, şöyle en yarasına denk geleninden. Kaybeder kendini onun varlığıyla. Artık ne akıl kalmıştır, ne irade. Artık “ben” gitmiştir ve kalan Leyla’dır. Amaç Leyla’yı çoğaltmaktır. Sorun şu olur çoğu kez: Leyla büyüklüğüyle bunalmaktadır. Ve tek ilacı onu seyre bırakmaktır.
Kişi bilmez ki, Leyla’yı kendi yaratmıştır ve ne zaman öldürürse, ölecektir Leyla. Bilse de kıyamaz bazen, çünkü öldürdüğü kendi olacaktır. En çok sevilendir Leyla, yapmam dediklerini yaptırandır; ama asla senin için bişey yapmaz. seni dile düşüren, deli deli çağlatandır; ama kendi konuşmaz. Suskunluğuyla seni susmaya gark edendir Leyla, varlığını yok sayan, öldüren…
Kişi şanslıysa eğer, Leyla’nın sözünü duyar; *“ete kemiğe büründüm, Leyla diye göründüm”; “Sen Aşk’a bak aşığa değil; seni niye küle çevirdim?”.
Böylesi deli ateş, ne herkese nasip olur, ne de hazır olmayanı yakar. Ve izin verilmelidir. Şu yüzden ki; artık bundan gayrı “ölüm” yoktur, sonrası sonsuzluktur. Leyla elinde ölmek keyiflidir ve Aşk ölmenin en garantili yoludur.
* Yunus Emre şiirinden… “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.”