Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Yol’da gördüm

Bilim insanları diyor ki, atomun %99’u boşlukmuş. Bilinç, gözlemci, GÖZ ya da her ne diyorsan adına işte o, kuantum dalgalarını bakışı ile parçacık haline getirir, dalgalar maddeye çökermiş. Bilim insanları buna “GÖZLEMCİ ETKİSİ” diyorlar.

Yaratılışın tezahürü gözlemcinin bakışı ile oluyormuş. GÖZ kendisine değmedikçe orada olmayan ya da daha doğrusu evrenin her noktasında, aynı anda, dalga halinde kıpır kıpır titreşip duran “potansiyel” ya da “hal”, GÖZ bakışını ona çevirdiğinde ancak, o zaman tezahür edermiş. Ve orada maddeye çökmüş olan hal de, GÖZ’ün görmeyi beklediği halin ta kendisi olurmuş. Özetle GÖZ baktığında her ne görmek isterse tam da onu görürmüş. Budur yoldaki halimiz. Gerisi tevatür.

Bilim bunu derken din de, başka bir şey demiyor aslında. Burada Yuvaya Yolculuk’tan söz ediyorsak, önce yuvanın ne olduğu konusunda netleşmeliyiz. Öyle ya, nereye gidiyoruz biz? Yuva bir saray, kulübe ya da bir kent değil. Yuva dediğin bir “hal”dir.  Ortak niyetimiz salihlerin sulh içinde olduğu o hale yürümektir.

Eskiler yuva yolcusunu tanımlarken çok latif bir cümle kurmuşlar. Şöyle ki;Gerçek şu ki insan, öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır.”

Kıyam Arapça’da “ayağa kalkmak, dik durmak” demek. Kuran’da ayağa kalkıp, uyanmaktan söz eden bir sure var. Adı da Kıyame Suresi. Oradaki 14. ayet bilim insanlarının dediğini yüzyıllar öncesinden söylüyor. Yaşar Nuri Öztürk’ün mealini alalım. Diyor ki; Gerçek şu ki insan, öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır.” Bilim de insanın GÖZ’lemci olduğunu söylüyordu, değil mi?

Kıssadan hisse; İnsan bakıştır, gözdür, gözlemcidir. Et kemik değil, düşünce değil, oyunlar değil, hikayeler, senaryolar değil, enkarnasyonlar, karmalar değil. İster bilim penceresinden bak, istersen din… İster aklınla bil, istersen kalbinle; insan bakıştır. Hepsinin üzerinde olup, hepsini seyredendir. İnsan GÖZ’dür. Ve bu göz, iki kaşın altında, burnumuzun da üstündeki organ değildir. Timus ve hipofiz/epifiz bezlerimiz yani kalbimiz ve beynimizin külliyatı insanı GÖZ yapar.

Uykuda isen bakamazsın. Bakmak için timus-hipofiz-epifizden oluşan gözlerin açılmış olmalı. Uykuda iken gördüğün rüyalar sana hükmeder. Sen kah pembe düşlerde, kah kabuslarda devinirken, o rüyaların yarattığı duygular seni ele geçirir. Duygu bağımlısı olmuşsundur ve sana çarpıcı duygular yaratacak rüyaları ardı ardına maddeye çökertirsin.

Aslında insan vasfını taşıdığı için uykuda olan da özüne dönük derin bir bakıştır, lakin o kendisine baktığında duyguların içinde savrulan, kaybolmuş varlığını görmektedir. Uykudaki insan kendisinin rüya gören olduğunun farkında değildir. O, rüyadaki yansımalardan birisini sahiden kendisi zannetmektedir. O yansıma acılar, sevinçler, mutluluk beklentileri ile kahpe felek arasında dolu dolu bir hayat yaşamaktadır. İnsan, kendisini kara bahtına zincirli ve yaradanını da göklerde aksakallı dede sanır. O aksakallı dede elindeki sopa ile arada bir, anlaşılmaz nedenlerle kafasına vurmakta bazen de hayırlı nasipler bahşetmektedir.

Bu “hal”deki insan aslında zihnine inanmakta, onun dediklerini sahi sanmakta, bir anlamda kendi zihnine tapınmaktadır. İnsan olanı anlayıp, zihninden daha büyük bir güç olduğunu kabul edip bilinmeyen bir güce teslim olana kadar “hayat mücadelesi” içinde çırpınır durur. Bir noktada zihin susar da sessizliğe yol verirse o vakit uyanış başlar.

Uykuda olan ile uyanık olan arasındaki fark, basitçe şudur. Uykuda olan gördüğü rüyayı sahi sanmaktadır. Uyanık olan rüya görmekte olduğunun farkındadır.

Uyanık olmalısın. Uyandığında da, rüya görmektesindir elbette. Eğer bu dünyada var olduğunu algılıyor, biliyor, düşünüyorsan, ister uykuda ol ister uyanık, bu dünyadaysan rüyadasın demektir. Uyandığında sen henüz hakikate uyanmamışsındır. Sen, bir Lucid Rüyada Uyanmışsındır. Rüya gördüğünün farkındaysan artık, rüyanın duyguları seni savuramaz. O rüyadır, sen de onu seyreden GÖZ olduğunu bilmektesindir. Farkındalık yuvaya yolculuk için gereken araçlardandır. Farkındalık varsa, rüya seni değil sen rüyayı güdersin.  Çok önemli bir şeyi biliyorsundur artık. Rüya görmekte olduğunu biliyorsundur. Uykudakinin aksine ne gördüğünün farkındasındır ve rüya içre rüyalar arasında iken sen, çoğu zaman görmek istediğini görürsün. Evrendeki sınırsız potansiyeller arasında seçim yapma ve seçimini maddeye bilinçli olarak çökertme gücün oluşmaya başlar.

Yukarıdaki ayette insanın nasıl bir bakış olduğunu tarif ederken kitap ’Özüne ve nefsine yöneliktir’ diyor. Gözlemcinin tezahür ettirebilmesi için, içeriden içeriye bakması gerekir demektir bu. Dışarıya bakan nafile arar, bulamaz. Çünkü dışarıda sadece boşluk var. Atomun %99.9 boşluktan ibaret ve evren de öyle. Dışarısı bomboş bir aynadır. Gözlemci gözünü açıp baktığında o aynada kendisini görecek.

Yolculuk esnasında gördüğümüz her şeyde bilmemiz gereken şudur:  Algıladığın evrende her ne görüyorsan onu, bilinçli ya da bilinçsiz, sen tezahür ettirdin. Hayat, yaşadığın her şeyin sorumluluğunu almayı sana öğretir. Dışarıda hiçbir şey yok.

Söz konusu ayet, evrensel insanın ne olduğu ile ilgili mutlak hali tarif ederken ‘gerçek şu ki’ diye vurgu yaparak Hakikati işaret ediyor. Hakikat, senin özüne yönelik keskin ve derin bir bakış olduğundur. Hakikat, insanın kainattaki GÖZLEMCİ’lerden olduğudur. Belki başka gözlemci türleri de vardır. Biz bilmiyoruz. Tek gözlemci tür insandır dersek çok da kesin bilmediğimiz bir konuda kibre kapılmış oluruz. Başkaları da olabilir elbet ama insanın gözlemci bir varlık türü olduğu aşikardır.

Faydalı bir bilgi bu. Şu meşhur “Ben kimim? sorusunun cevaplarından birisi bile olabilir. Yolda yürürken lazım olur, işe yarar. Bu bilgiyi cebimize koyalım.

Özetle;

İnsan bakıştır. Bakmak için gözlerini aç. Gözlerini açmak için gördüklerini sahi sanmaktan vazgeç. Rüyanın farkında ol. Ve zihnin olduğu için, haller içinde savrulduğun için asla kendini ezme. Senin en çok ihtiyacın olan şey anlayış, kabul ve sevgidir. Bunları kendinden iste. Kendine anlayış göster. Hallerini kabul et. Öylece olduğun gibi sev kendini…

Exit mobile version