İnsan; yeme içme ihtiyacını başka bir şekilde karşılayabilseydi, ruhen nasıl olurdu? Örneğin; karnımız acıktığında, müzik dinleyerek doyabilseydik ne güzel olurdu. Doğaya ve bedenimize zarar vermez, ruhen daha huzurlu olurduk.
Susadığımızda şiir okuyarak, susuzluğumuzu giderebilseydik? Güzel olmaz mıydı? Şiir okumak ve dinlemek kalbi güzelleştirir, insanı stresten uzak tutup maneviyat dergahını yerleştirir, maddiyat külliyetinden uzak tutmaz mıydı ?
Resim yaparak, tatlı ihtiyacımızı giderebilseydik ne güzel olurdu. Her şeyden önce edebiyatın konuşulduğu bir dünyada yaşasak, sanat kanunları ile dünya yönetilse, ne muazzam olurdu. Parası çok olanın sözünü değil, bilgili olana saygı duyup onun sözünü dinleseydik, dünya bu kadar adaletsizlik olur muydu? Kanımca olmaz, dünya cennete çevrilir, cenneti duya duya yaşar, bilinmez bir cennetin özlemini arama gereği de duymazdık
Korkularımızdan, kaygılarımızdan, stresten uzak bir hayat yaşar, bu kadar çok çalışıp bu kadar mutsuz olmazdık. Ne için bu kadar meşgul olmayı, değerli olmakla karıştırıyoruz. Çince’de “meşgul” kelimesinin kalp yorgunluğu ve ölümü anlattığını bilseydik, bu kelimeyi hayatımızın merkezinde tutar mıydık…
Tanrı, insanlığı yemek ve içmekle cezalandırdı. Bu ihtiyaçlarımızı karşılamak için sürekli doğayı, hayvanları kendi neslimizi katlediyor, dünyayı yok edip, cehennemi yaratıyoruz. Oysa çok basitti. İnsan yeme içme ihtiyacını sanatla duyurabilseydi, dünya ne harika bir yer olur, insanlık da muazzamlığa erişirdi.