ATALET ya da EYLEMSİZLİK; özellikle Türkler’de sıkça görülen, değersizlik, yetersizlik, çaresizlik, ve mükemmeliyetçilik duyguları arasına sıkışan ve git-geller yaşayan yurttaşlarımızın yakalandığı kronik bir rahatsızlıktır.
Bu rahatsızlık, ertelemek, ötelemek, ödünlemek (asıl yapılacak işlerin yerine ikincil ve gereksiz işler sokuşturarak oyalanmak), yapılması öncelikli olan işleri yapmamak için gerekçeler üretmek, kaçmak, görmezden gelmek, yok saymak, bastırmak gibi nevrotik belirtiler şeklinde kendini gösterir.
Bu belirtiler içinde bunalan kişiler, bir çıkış yolu bulamayınca, konuyu onlar adına çözecek birilerinin arayışı içine girerler; terapi almak yerine falcılara, üfürükçü hocalara, sözde şeyhlere, mürşitlere, gurulara yönelirler; güçlerini ve paralarını onlara kaptırdıklarını fark etmez, bir girdabın içine kapılır, umutsuzca çırpınır dururlar.
Bu umutsuz çırpınışın sonucunda da derin bir düş kırıklığı ve suçluluk duygusuna kapılırlar çünkü bu süreç onları daha da yorgun ve bitkin düşürür; herkes ve herşeyden duyarsızlaşma ya da kendilerine zarar verme noktasına getirir.
Bu psikosomatik bir işleyiştir ancak zamanla fizyolojik rahatsızlıkların oluşmasına da yol açar çünkü her yıkıcı duygu, bedendeki bir organ ya da dokuya zarar verir.
Bu kısır döngüden çıkmanın tek yolu, zihnin nasıl işlediğini iyi bilen, tabloyu, inançları ve bakış açılarını değiştirme becerisine sahip donanımlı bir terapistle çalışmaktır.
Bu terapist bilinçaltı konusuna da hakim olmalıdır çünkü bu sürecin akışı ancak bilinçaltı ikna edilirse değişecektir; bu iyi bilinmelidir.