Bazen onu doğru yere çıkaracağından emin olduğu yola girmek istemez insan; rahatının bozulacağı endişesi onu rahatsız eder.
Bu, değişime olan direncinin farklı ve şaşırtıcı bir şeklidir; öyle ya, iyileşmeyi kim istemez ki aslında?
Bilinç düzeyinde iyileşmeyi istiyor görünebilir ancak bilinçaltı direnir; bu dirence ‘ikincil kazançları’ neden olur.
İkincil kazançlarını bilinçsizce benimser. Onları kendini başka şeylerden korumak için kendi yaratmıştır aslında, bunu fark etmez.
Böyle zamanlarda doğaya, çiçek böceğin içine, dağın bayırın dikine vurur kendini.
Doğaya kaçış arzusu buradan kaynaklanır; güya iç huzurunu orada bulacaktır. Şehirde bulamadığı o huzuru…
‘Kişisel gerilimciler’ (farkındaysanız gelişimci demedim!) işe uyanmıştır; bu durumu fırsat bilir ve hiçbir işe yaramayan metotlarını millete ‘doğa ve arınma kampı’ adı altında yaptıkları etkinliklerde büyük paralara pazarlarlar; bunu katılımcıların gözünü boyamak için yaparlar.
Doğanın içinde bir an için huzur bulur insan elbette; orada sessizlik vardır ancak bu geçicidir; Allah muhafaza, şehre dönmeyegörsün, içinde yine bir huzursuzluk başgösterir.
Bir de bakmışsınız, iç huzuru mekanlara endekslenmiş; sözde ‘doğaya dönüş’, kendinden kaçışın kılıfı oluvermiş.
Şimdi adama demezler mi, sen boşver doğayı, şehrin göbeğinde, Marmaray’da, metroda, metrobüste, otobüste, dolmuşta, minibüste yolculuk yaparken dingin ve huzurlu musun, bana ondan söz et?