Uyanık uykuların içinden bir rüya… Belki de bir asra eş bir rüzgar esişi idi. Bir küçük top oluveriyordu. Bazen bir küçük kuş, bazen de ne adını ne biçimini bilemediğim bir şey idi… Bedenimin labirentlerinde oradan oraya gezinen maceraperest bir küçük hiç kuşu… Hücrelerimin en neşeli konuklarından biri oluvermişti… Penceremden odama giren bir küçük kuş edasında, kalbimin üzerinde açılan o köşeli odacığa yerleşiverdi. Kalbimdeki bu hiç kuşu, bana neler anlatacaktı kim bilir?
Ve birden kalbimin arkasındaki, iki kürek kemiğimin arasına taht kuran bu küçük hiç, kendini, varlığını anlatmak için, yaşamım boyunca kulaklarımın hiç işitmediği tizlikte üç kere derin çığlıklar atmıştı.
Sanki bir tören havası vardı… Ve izlediğim, ama henüz neler olduğunu bilemediğim bir dünyanın derin çığlığıydı bunlar… Bu çığlığı hangi ben’im, hangi bedenim bu kadar gizemli bir şekilde haykırmıştı.
Hem duyulan hem duyulmayan bu çığlık, büyük bir kapının açılışının gıcırtısı gibiydi.
O küçük hiç, o günden beri iki kürek kemiğimin arasını yuva yaptı kendine. Benden bir parçaymışçasına…
Sanırdım ki kuşlar ağaçlara yapardı yuvalarını hep…
Derken, bir zan dünyasında buluverdim kendimi.
Yoksa ben bir ağaç mı olmuştum? Kendini insan sanan bir ağaç… Bir yuva mıydım? Ne önemi vardı ki ne olduğunun, yaşanan hislerin yanında…
Belki hepsiydim.
Başka bir dünyaya geçiş içindi tüm bu çığlıklarım…
Ondandı belki her şey oluşum birdenbire