Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

İçimdeki “Biz” ile sohbet

Kolay günlerden geçmiyoruz şüphesiz… Kafamız karışık, belirsizlik diz boyu…
Hepimiz birbirimizin iyi olmasını istiyor, hepimiz birbirimizden fazlasıyla etkileniyoruz…
Fakat bir süreliğine dışımızda olanı biteni bırakıp, içimize dönseydik bu nasıl olurdu?
Öyle ya.. İçimizde ne oluyorsa, dışarıda gördüğümüz onun yansıması…

Dünyamızın birlik, beraberlik, sağlık, barış ve huzur içinde olması ile ilgili ihtiyacımız nereden geliyor olabilir ?
Bir bakalım?
Şöyle mi düşünüyoruz?
Dünya barış içinde olunca ben kendimle barışırım”
“Dünya sağlıklı olunca ben o zaman tamamen sağlıklı olurum”

Ya da “Dünya huzurlu bir yer olursa ben de huzurlu olurum”.
Peki şimdi bir de şuna kulak verelim:
“Ben kendimle barıştığımda dünya barış içinde olur”
“Ben huzura erdiğimde dünya huzur içinde olur”
“Ben sağlıklı olduğumda dünya sağlıklı bir yer olur”
Yani ben nasılsam her şey öyle olur.
Böyle olduğuna emin olsaydık eğer; bir dakika bile şikayet eder miydik? Telaş edip, endişelenir miydik?

Böyle düşünmek yaşanan acılara, verilen kayıpların ruhlarına saygısızlık değildir. Hâşâ… Allah sonsuz sabırlar versin geride kalanlara ve gani gani rahmet eylesin her hakikatine göçene…

Bu bakış açısı, şu an yangın yerine dönmüş yorgun dünyaya en büyük iyiliktir. Tam aksine bir dik duruştur.

Yakın çevremizde bizden başka böyle düşünen yok diye vaz mı geçeceğiz bu bakış açımızdan? Tabi ki hayır… Birbirimizi olduğu gibi serbest bırakarak devam edeceğiz “şimdilik” doğru bildiğimiz yola…
“Neden bu kadar az kişiyiz?” diye hayıflanmadan ve yılmadan…
Birbirimizi tamamen serbest bırakarak devam ettiğimizde yine buluşuruz.
İlla ki buluşuruz…
Peki birbirimizi tamamen serbest bırakmak ne demek?
Örneğin, ne “çok duyarsız” diye kızıp dışladıklarımız olacak zihnimizin orta yerinde…
Ne de “çok abartıyor, amma da korkup telaş ediyor” diye yargıladıklarımız…
Dengeyi bileceğiz…
Dengeyi bulacağız…
Dengede kalacağız…
Nihai amacımız daima denge olacak.
Biz dengedeysek, evimiz dengelenir, sokağımız, şehrimiz, yurdumuz, dünyamız dengelenir…
Nasıl ki bir sarkaç, iki uca salınıp durmadan ortaya gelmez… İşte biz de onun gibi, bu salınışlar için hem kendimize hem de başkalarına izin vereceğiz…


Çünkü;
Her iki ucu da ve hatta aralardaki yumuşak ve sert geçişleri de her haliyle kabul eden, kaosun karmaşasından kurtulup, gerçeğin sadeliğine vakıf olur..
Her dakika uyanık olup, her argümanı sabırla ve hoşgörüyle dinleyebilmek , her duyduğuna “neden olmasın?” bakış açısıyla yaklaşabilmek, bizi dogmalardan kurtarır…
Herhangi bir fikre, sırf bizi azıcık rahatlatıyor diye takılıp/tutunup kalmak, bizi sadece olduğumuz yerde alıkoyar…
Korkan bir zihin; dogmatik düşüncelerini, akışkan bir bilince dönüştüremez…
Korkan bir zihin, hoşgörülü olamaz.
Korkan bir zihin, şefkati hatırlayamaz…
Sadece kızar, çileden çıkar, baskı ve kurallarla o da sadece korku salar…

Belki de gerçek, bazen biraz rahatsız edicidir.
Belki de gerçeği bilmek, bazen biraz sorumluluk gerektirir…
Belki de gerçeğin o tanımsız sukûneti, epeydir çıkmaya cesaret edemediğimiz konfor alanımızın dışına gizlenmiştir…
Bazen de gerçek, bizi bir yol ayrımına getirir…
Ve o yolun sonunda, sürüden ayrılmak artık dünyanın sonu değildir…
Ezberimizi bozmak, bu kez bir risk değil, sadece yeni bir realiteye cesurca yelken açmaktır…
Bir konu hakkında hüküm verdiğimizde artık o hükme, yani sınırlı bilgiye kendimizi hapsetmiş oluruz.
İşte bu yüzden peşin ve kesin hüküm, sınır koyar belleklerimize.
Halbuki insan sürekli öğrenen, hatırlayan, keşfeden, idrak eden, devinen ve dönüşen bir varlıktır…
Ve şimdi kendisine bahşedilen bu sıfatların hepsinin hakkını verme zamanıdır…
Bu bizim insan olma sorumluluğumuzdur.

Önce durumu, olanı, biteni kabul etmekle başlayabiliriz.
Özellikle de çözümsüz ve çaresiz hissettiğimiz anlarda…
Reddetmekse bir sonraki aşama…

Tamamen kabul edip sakince yaşadığımızda, belki de hiçbir şeyi reddetmemize gerek kalmaz…
Peşin ve kesin hüküm vermek için aceleci davranmazsak, belki de keskin kararlar almamız da gerekmez…
Eğer gerekirse de zamanı gelince o keskin kararları almalıyız.
Cesaretli bir şekilde o kararımıza da sahip çıkmalıyız… Çünkü yol ayrımlarından korkmayanlar, keşfedilmemiş cennet koylarla ödüllendirilirler.
Yol ayrımlarından korkmayanlar, kaderlerinin kurbanı değil, tanığı ve hakkıyla yaşayanı olurlar…
Her karar/seçim vaktini bekler.
Ne geç ne de erken gelir.
Daima tam vaktinde belirir.
Eğer o an geldiyse de iç sesine dikkat kesil…
Seçimin korkudan mı? Yoksa masumca ve sakince “kendin olma isteğinden“ mi?
Endişen mi var bu kararın altında? Yoksa müsterih ve emin bir şekilde özgürlüğü mü seçiyor yüreğin?
Eğer hem kalbin hem de aklın aynı şeyi söylüyorsa yolun doğrudur…
İşte o zaman feriştahı gelse seni yolundan alıkoymaya, yine de gönlündeki neyse, o olur🙏

“Benim ille de bir şeye inanmam lazım” diyorsan eğer; lütfen kendine inan.
Kendi aklına inan.
Ve senin zannettiğinden çok daha fazlasını hissedebilen o bilge yüreğine….
En güvenli olanı ve en hayırlı olanı “O” fısıldayacaktır sana…

 

Exit mobile version