Kendimizi arındırabildikçe, özümüze yani gerçek varlığımıza ulaşmış oluruz. Ondan gelen rehberliği daima duyar, onunla bir olur ve bütünlüğümüzle buluşma sağlamış oluruz.
İçimizdeki öz sesimizin rehberliğini tam olarak duyabilmek, gerçek anlamda özgürlüğümüzle bütünleşme demektir. Çünkü, özgürlük öz sesin gür çıkmasıyla gerçek anlamını bulmuş olacaktır.
Gerçek özgürlük, içsel olarak sürekli zihin aracılığı ile bizi yönlendiren egonun, biz arındıkça bizi yönlendiremez hale gelmesi ve yerini öz varlığımızın sesine bırakması ile mümkün olur. Bu durum ise bizi gerçek anlamda insani kamil mertebesine ulaştıran bir yolculuğun başlangıcıdır. Arınabilmek için, elbette önce her yönümüzle kendimizi tanımamız gerekir. Arınmak kendimizi daha net görmemizi ve tanımamızı sağlar.
Arınmada ilk adımı atabilmek için, içimizdeki uç olan ve çözülmesi gereken yönlerinizin olduğunu kabul etmemiz ve bunları fark etmemiz gerekir. Bu konuda bir şeye dikkat etmek gerekir, kendimizde olanı bilmek ve kabul etmek, kendimizi yargılamak ve kendimizi sürekli eleştirmek anlamına gelmemeli. Toplumsal ve kültürel olarak devamlı şekilde kendimizde hata bulmak ve eleştirmek, hatta daha ileri noktalara kadar götürerek kendi kendimizi cezalandırmak, veya kendi kendimize kahretmek gibi tutumlar sergilemeye yeterince yönlendirilmişiz bir hayatı sürekli olarak yaşıyoruz zaten.
Oysa, başkaları karşısında kendisini sürekli üstün gören bir kişilik, egonun hakimiyeti altında olduğu gibi, sürekli kendisini yeren kişilikte çok yüksek bir egonun ürünüdür. Kendi insani değerini bilemeyen bir bilinç, başkalarının insani değerlerini de göremez, bilemez ve kabulde edemez. Bu toplumsal şartlandırma aslında, toplum egosunun oynadığı büyük bir oyundur ve kişiyi bilinç aşamalarına taşımaktan daha çok, yetersizlik ve değersizlik duygusu ile köreltmeye, sıkıştırmaya ve durdurmaya yöneliktir.
Aynı duygunun toplumsal yansımalarını bir örnekle tarif edersek “Şu grupta olanlar adam olmaz”, “Şu kişiler için uğraşmaya gerek yok“ gibi ifadelerde görmekteyiz. Bu yaklaşımın alçak gönüllülük, veya başkalarına saygı duyma ile bir ilgisi yoktur. Bu aslında içten içe beslenen negatif bir kibir olarak tanımlanabilir.
Kendisinde hata bulan ve sürekli olarak buna odaklanıp, bunu işleyen kişi, aslında kendi öz değerlerinin farkında olamamış, kendi değerini bilemediği için o değerin dışarıdan kendisine gösterilmesini bekleyen ve bu beklentilerinin karşılığını alamadığı için, kendisini yargılayan, bu şekilde tatmin olan egonun esaretinden kurtulmamış durumdur.
Hayatın içinde eksiklik olmaz, Ancak yaşamın tekamülündeki deneyimler süreklidir ve nasıl olduğu süreklilik içinde kişinin aydınlanması ile berraklaşacak.