Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Kürk Mantolu Madonna neden bu kadar çok okunuyor?

Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı son yıllarda rafların hep en görünen kısımlarında yerini aldı, hep en çok okunanlardan biri oldu. İlk olarak, 1940 – 1941 yılları arasında gazetede tefrika edilmiş olan bu roman, yirmi birinci yüzyılda da kalplere dokunmaya devam ediyor…

Yazıldığı dönemin diline sadık kalınarak, hiç değiştirilmemiş kelimeler. O yüzden eski sözcükleri anlamak zor gelse de, eskilere dair bir özlem var. Modern zamanlarda esirgenen gerçeklik ve içtenlik…

Sabahattin Ali

Romanın ilk bölümü, aynı zamanda anlatıcı konumunda olan Rasim’le başlıyor ve kendisinin ana karakter olduğu hissini uyandırıyor. İşsiz kalınca yani hayatta düşünce okul arkadaşlarının bile nasıl değiştiğini, kendisine nasıl farklı davrandığını anlatıyor önce Rasim. Sonra yeni girdiği işinde kendi halinde ve tuhaf derecede sessiz olan Raif Efendi’yle karşılaşarak, romanın ikinci bölümünü başlatıyor. Nazım Hikmet’in de eleştirisinde belirttiği gibi bu başlangıç bölümünden ayrı bir roman çıkabilirdi.

Sıradan sayılabilecek bir karakter olan Raif Efendi’nin gençlikteki bir aşk öyküsüdür Kürk Mantolu Madonna. Almanya’da bir resim sergisindeki bir portrede duran kadına aşık olacaktır Raif, sonraysa onun kendisine. Maria Puder’e….

Romanın ana fikriniyse şu söz açıklıyor:

Dünya’nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!… Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”

İkinci dünya savaşının son senelerinde Berlin’de tesadüflerle birbirini bulan iki kişinin yaşadığı yalın ve gerçek bir aşk, naif ve hüzünlü bir şekilde nakşediliyor. Savaş trajedisinden ve sefaletten hiç bahsedilmiyor, gece kulüpleri ve botanik bahçeleri öne çıkartılıyor.

Raif, hayatının gizemini ve yaşadığı bu aşkı sadece tuttuğu günlükle paylaşmıştır. Bu gizemi çözmekse iş arkadaşı Rasim’e düşmüştür.

Aşkı bulmak, yeniden doğmak demekmiş; bulduğun aşkı kaybetmekse artık yaşarken ölmek…

Neden bu kadar çok okunuyor? diye sormuştuk. Şuracığımıza dokunduğu için… Şuracıkta bir yeri cız ettirdiği için… Maria Puder, aşkta aradığı ama kendinde bulamadığı şeyi Raif’te buluyor. İnanmak… Biz de, bu melankolik ve marazi aşka inandığımız için, sonra onun kayıp gittiğine şahit olduğumuz için Kürk Mantolu Madonna’yı çok sevdik ve çok okuyoruz…

 

İçine kapanık ve çekingen bu adama bazen kızıyorsunuz, ama sonra bakıyorsunuz ki, o sizden birisi olmuş. Aşkına, kaybedişine, düştüğü hallere üzülüp, bitiyorsunuz.

Raif Efendi’nin aşağıdaki sözleriyle sizi baş başa bırakarak, Sabahattin Ali’yi selamlıyorum.

“Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyor. Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, ruhumuzla yaşamaya başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor. Ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu…”

Okura Not: Sabahattin Ali, 1948 yılında 41 yaşındayken vurularak, aramızdan ayrılmıştır…

Exit mobile version